Friday, March 30, 2007

arz-ı hal

Bu gece isterdim ki gönül kapım sadece sana açık olsun.Senin dışındaki herşeyi bir tarafa atmak isterdim.Zeynep'in gelişine duyduğum heyecanın bin kat fazlasını yaşamak isterdim.Ve günlerce düşünmek isterdim, hangi hediye mutlu ederdi en çok seni...
Hayatıma katabilsem yaşantını, ilkelerini kendi ilkem bilebilsem neler değişir bende biliyorum, belki de bildiğimi sanıyorum...
Bir ayrılık bir kalpte hangi ateşi yakar iyi biliyorum.Sevince, sevdiğimin terbiye edenim olduğunu, ona göre her halimi ayarladığımı da biliyorum.
Beni, bizi sevdiğini ilk duyduğumda çok mutlu olmuştum, gurur duymuştum sana tabi olanlardan olmaktan.Güven gelmişti içime, o gün mahzun olanlardan olmayacaktım...
Seninle ilgili her öğrendğim şey beni sana bağlıyordu, rüyalarıma gelişlerinin özel oluğunu bilmeyecek kadar saf ve duruydum.Duruluğum yerini bulanıklığa bıraktığından mı bilmem ama yeni bir gelişin olmadı sonrasına hiç rüyama.
Bu gece istediklerimi yapamadım gene.Yorgunluğuma, kalbimdeki diğer acıya, ülfete yenik düştüm .Bir hediye bile bulamadım verecek sana.
Gene de umutluyum, eksiklerime rağmen kalbimde var yine de bir heyecan.Tarifi zor, dışa yansıttığım birşey yok gibi ama kalbim bu gece başka bir duyuşla yüklü.
Sen ta o zaman bize dair cümleler kurmuşsun,okuyoruz onları ve umutluyuz.Zor zamanımızda kor ateşi elde tutmak.Ama biz biliyoruz;
sen hep bizimlesin...

Wednesday, March 28, 2007

çelişki

Gitmek istediğim diyarlar olur bazen, ait olduğum başka bir yer varmış gibi gelir; o kadar yabancı olurum içinde bulunduğun ana, mekana, insanlara.Uzun zamandan beri bana verilen donanımın çok azını kullanabildiğimin farkındayım.Hatta verilenlerin tamamını bu boyutta kullanabilmemin mümkün olmadığını da biliyorum.Gene de bu farkındalıklarım ait olamama duyugusunu aşmama yetmiyor o anlarda.
İnsanları anlayamıyorum, akıl sınırlarımı zorluyorum ama konmamış ,işte beynime bazı kabiliyetler.ANLAYAMIYORUM:
Birilerinin acı çekmesine sebep olup çok rahat yaşantısına devam edebilenleri anlayamıyorum.
Kalp kırıp hiçbirşey olmamış gibi davanabilenleri anlamıyorum.
Hassas ölçüleri anlayamayıp bambaşka sonuçları çıkarabilenleri anlayamıyorum.
Eziklik hissetmesinler diye tevazu gösterilenlerin kendilerini birşey sanmalarını anlamıyorum.
Haddini bilmeyip, gereksiz cüret gösterenleri anlamıyorum.
Kişisel bir yazıda kendine yer arama hakkı görenleri anlamıyorum.
Önce BEN diyebilenleri anlamıyorum.
Kendi gerçeğinin farkında olmayıp, küçüklüklerini karşı tarafa yükleyenleri anlamıyorum.
Yabancı kültürlerin her türlüdeğerini bilip kendi özünü bilmeyenleri anlamıyorum.
Pop yıldızlarının hayatını en özeline kadar bilip de SENİ bilmeyenleri anlamıyorum.
Fedakarlığı enayilik olarak algılayanları, karşılıksız yapılan işi değersiz görenleri anlamıyorum.
Ciltler dolusu ansiklopediye sığacak bilgileri bilip, kendini bilmeyenleri anlamıyorum.
Bildikleriyle amel etmeyenleri, özü-sözü bir olmayanları anlayamıyorum.
Maddeye takılıp manaya geçemeyenleri, akılları gözlerine inenleri anlayamıyorum.
Yapılacak bunca iş varken saçma bahaneler üretip yerinde oturanları anlamıyorum.
Çocukarı üsünden para kazanmayı düşünüp, başarısızlıkları karşısında kameralar önünde tekme tokat çullananları anlayamıyorum.
Ve tüm bu saydıklarımı çok normal karşılayanları anlayamıyorum...
Tüm alıcılarım kilitleniyor sanki böyle anlarda, boş veremiyorum ben.Ve bunca insan normal karşılarken olanları düşünüyorum, anormal olan hangimiz?

Friday, March 23, 2007

İYİ Kİ DOĞDUN


23 Mart 2006, günlerden perşembe tenefüs arası telefonuma baktığımda tam 10 cevapsız arama gördüm.Hemen anladım, birileri erken gelmeye karar vermişti.Apar topar okuldan çıktım, yolda ayaklarım birbirine çarpıyordu, yürümekte zorlanıyordum.Hastaneye yetişip o büyük ana tanık olmalıydım.Tüm araçlar sanki kendilerini o güne saklamıştı, hiç ilerlemiyordu trafik, halden anlayan yoktu.Fatih Sultan Mehmet köprüsü de hiç bu kadar uzun gelmemişti bana, normalde sonunun gelmesini istemediğim köprü bitmek bilmiyordu.Bitmek bilmeyen yolculuğum bir telefon sesiyle değişiverdi, ''kızımız oldu, teyzen oldun'' diyordu annem.Çığılık atmak istedim ama çok kalabalıktı ki otobüs.Harika hissediyordum kendimi, ünvanlarıma bir yenisi eklenmişti; teyzeydim ben artık.Koltuklarım kabarmıştı.
Hastanede Zeynep ile ilk karşılaşma anımızda hissettiklerimi tarif edemem.Kuvvetli bir bağım vardı onunla, bakmaya doyamıyordum.Kucağıma alıp ona kendimi tanıttım, benim için ne ifade ettiğini, onu ne kadar beklediğimi anlattım.Hiç sesi çıkmadı am bence anladı o beni :).
Zeynep için hayat yeni başlıyordu, herşey yepyeniydı onun için.Ben de yeniden bağlanıyordum hayata onunla, yeniden keşfediyordum herşeyi...Zaman su gibi akıp geçti, bugün takvimler gene 23 Mart'ı gösterdi.Zeynep artık bir yaşında.Minik bir sürü arkadaşı geldi doğum günü partisine, bir sürü hediyesi oldu.Bir yılda hayatımızda çok şeyi değiştirdi o, yeni heyecanlar, yeni sevinçler getirdi bize.
Bir yılda ben de çok yol aldım, yeniden anlam yükledim hayata.İçimdeki yarayı sardım, gözyaşlarımı azalttım, hüznü daha az misafir eder oldum.Sevilmeye en layık olanın kim olduğunu anladım.Ve şimdi layık olduğu şekilde sevmeyi öğreniyorum onu.
CANIM,
Öyle bir ömür versin ki O sana, hiç kimse arkandan kötü söz söyleyemesin.İnsani vasıfları hakkıyla taşı üzerinde.Güzellik adına ne varsa hepsini yaşa ama insanca yaşa.Kendiyle beraber başkalarını da düşünebilenlerden ol, düstürların O'nun düsturlarıyla örtüşsün.Çiçekleri, böcekleri, çoçukları, çikolatayı ve ayırt etmeden tüm insanları sev.Sonunda alnı ak olanlardan olmanı sağlayacak tüm güzel vasıfları barındır üzerinde.
SENİ SEVİYORUM...
Rabbim seni korusun, sevdiklerinden ol hep...

Tuesday, March 20, 2007

İSTEMEK

Dünyayla ilk bağımız, aldığımız ilk oksijen canımızı yaktığında kopardığımız çığılıktır.Ağlarız doğarken ama sonra öğreniriz ki bu dünyanın şartlarına uyum sağlayıp yaşayabilmek için gereklidir bu acı.
Ağlamamız masumiyetimize engel değildir.Doğarken en az resimdeki kadar masumuz her birimiz.Bize bakanların tüm şefkat damarlarını ayaklandırırız, umut ekeriz muhatabımız olanlara ve kalplerini yumuşatırız.Bize bakan katı kalplerde bile kıpırdanmalar olur, sevgi damlacıkları düşer çölleşmiş gönüllere.
Henüz bizi çevreleyen yanlışlıklar silsilesine kapılmamışızdır, bize ilk verilen donanımımız bozulmamıştır.O'ndan geldiğimiz o kadar aşikardır ki, belki bize bakanlar O'nu görmektedir bizde, ya da kokumuzu o kadar derin içlerine çekenler oraların kokusunu alırlar aslında.
Bebekler dile gelmez hemen,uzun zamanlarını alır ilk sözcüğü söylemek .O zamana kadar gözlerine bakar ve anlarız ne hissettiklerini.Göz temasıdır onlarla kurduğumuz iletişim yolu en çok.Gözlerde kaçış yoktur, ve ondandır bebeklerin hissettiklerimizi hissetmeleri, sözcüklerin hükmü yoktur onlarda, süslü cümlelere kanmazlar.
Seneler geçtikçe bebekliğimizin o saf , masum hallerinden eser kalmaz üzerimizde.Kaygılarımız çoğaldıkça ne kendimizi dinlemeye ne de içimizdeki O'ndan gelen sesi duymaya vakit bulamayız.Kalplerimiz katılaşır, hoşgörümüz azalır.Sorunlarla karşılaştığımızda omuzlarımız düşüverir hemen yere.İçimizi umutsuzluk kaplar, sebeplere bağalrız herşeyi, mucizelere olan inancımızı yitiririz.Yalnızlık duygusuna teslim oluruz.Gözlerimizi kaçırırırız birbirimizden, gözlerdeki anlamalardan çok sözcüklere yüklenenlere bakarız.Ve aldanırız çoğu zaman...
Şimdi ilk doğduğumuz anı düşünsek , kendi bebekliğimizi canlandırsak gözümüzde, o zamanki kokumuzu duyumsasak.Belki özümüzü ve özde bize verilenleri bulmamıza yardımcı olur bu.Kalplerimizdeki katılıkları silip, gözlerimizin umutla dolmasını sağlar.O'nunla olan bağımızı hatırlatır ve yalnızlık hissini gelmemek üzere siler bizden.Yeniden hissederiz belki O'nun korumasını ve her an bize bizden yakın oluşunu.
Hayalimizin tazeliğiyle sonra avuç içlerimizi göğe kaldırsak.İsteklerimizi dile getirsek, her sözcüğümüz bir meleğe dönüşse ve uçursak meleklerimizi göğe doğru, dilediklerimizin verileceğinden emin olarak.İstesek, durmadan istesek ve istedikçe varlığımız kıymetlense.İdrak etsek istemeyle doğru orantılı olduğunu değerimizin.
''De ki, sizin duanız(istemeniz) olmasaydı, Rabbim size değer verir miydi?''.Furkan-77
not;Kendimiz için dilediğimiz her güzel şeyi bi kez daha avuç içlerimizi çevirerek göğe tüm insanlar için istesek :).

Friday, March 16, 2007

KÖPRÜ


''Bir peri olsaydım,dünayadaki tüm insanların soğuktan ve yalnızlıktan korunabilmelerini sağlamak için kalplerini birbirine bağlardım, herkesin birbirini sevmesini sağlardım'', (şarkı sözü-Rossi).
Kalpler arasında köprüler kurmak için sıvamak lazım kolları.Binlerce barikat koyuyoruz günümüzde kalplerimize ve alanını daraltıyoruz.Kalp sınırsız bir sevebilme potansiyeliyle donatılmışken biz onu sınırlandırıyoruz, gereksiz bir sürü kriter koyuyoruz sevgilerimiz için.Dar düşünüyoruz, yakınımızdakilerle yetinip uzağımızdakilerle pek ilgilenmiyoruz.Oysa kalbe yüklenebilecek sevgiye sınır koymamış hiç onu bize armağan eden.İnsan kendi bahçesini sahiplenip sevebildiği gibi koca dünyayı da kendi hanesi gibi sevebilir.
Sevme yeteneğimizi geliştirelim, uzaklarada kimler var sevebileceğimiz bir düşünelim, sevgilerimize köprüler kuralım.Aşalım aradaki engelleri, yeni kardeşler, arkadaşlar katalım hazinemize.
Kulübümdeki öğrencilerle uzaklara doğru açılalım, bir sevgi köprüsü kuralım diledik, İstanbul-Şırnak arasında.Bizden küçükleri seçtik, birer kardeşimiz daha olsun istedik.Ve abla olmak istedik sıcacık yüreklere.Bağlantı kurduk Şırnak Kız Yatılı İlköğretim Bölge Okulu ile.(Bunu başarmamıza vesile olan Ahmet'e, Tuğba öğretmene ve Esma'ya-benim mektup arkadaşım teşekkür ederiz burdan).Maille sınıf listelerine ulaştık, okulda duyurular yaptık ve bir süre tenefüslerimizi bu işe ayırdık.Gelen öğrencilere listelerden isimler verdik, sıkı sıkı tembihledik zarfın içine bir tane de boş zarf koyacaksınız, bu ismi alırken onun ablası olmayı da kabul etmiş oluyorsunuz, yazmamazlık yapmayın sakın dedik.Mektuplarımızı yolladık ve beklemeye koyulduk.
Birkaç hafta sonra mutlu yüzler gelmeye başladı öğretmenler odasına, ellerinde zarflarla.Heyecanla açtım ben de gelen her zarfı, bir solukta okudum yazılanları.Sıcacık mektuplardı, öğrencilerimi abla kabul etmişti hemen kardeşleri.Satrılardan samimiyet ve sevgiyi fark etmemek mümkün değildi.Gelen mektupları görenler de katıldı sevgi selimize , tenefüsler gene gitmişti, yeni abla-kardeşler buluşturuluyordu.Ve bir mektup köprüsü oluştu şimdi iki okul arasında.
Perşembe günü kitap yolladık kardeşlerimize çok çalışsınlar, güzel şeyler başarsınlar diye.Dileriz faydamız olur bu anlamda onlara.Aynı gün bizim kitap kolilerimizi almaya gelen kargo, bize bir de paket getirdi, kardeşlerimizin görüntülerinin olduğu bir cd.Hemen konferans salonuna indik, gözlerimiz dolarak izledik.Resim sergilerindeki çalışmalarına bayıldık, okullarının duvarlarındaki renkliliği kıskandık.Ve izlerken biliyorum tüm öğrencilrimin aklında hep şu soru vardı ;
Acaba gördüklerimden hangisi benim kardeşim?
Kalpler arasında köprüler kuralım, hiç durmadan köprü arayışında olalım.Sevgimizi sunalım cömertce,sunduğumuzdan daha fazla sevgidir bu işin geri döntü bize.
PS;Mektup arkadaşı isteyenlere biz yardımcı olabiliriz var hala elimizde sevgi sunabileceğiniz sıcacık yürekler.

Monday, March 12, 2007

PEMBE DENİZ ÇİÇEKÇİLİK

Çiçeklere olan düşkünlüğüm çoçukluk yıllarıma dayanır.Çiçek sevgisi de doğuştan verilen özlliklerden biridir diye düşünürüm bazen.Bizim genlerimizde var çünkü çiçeklere özel alaka.Anneannemin bahçesinde her çeşit çiçek olurdu, köydeki en güzel bahçe onundu.Birçok komşu ondan tohum almaya gelir ve bahçedeki sıra dışı çiçeklerin isimlerini öğrenirdi.Her mevsim farklı çiçekleri konuk ederdi anneannemin bahçesi.Eğik başlı laleler, sümbüller, zambaklar, güller,kardelenler gelir geçerdi her yıl onun bahçesinden.
Annem de anneannemden almış olmalı çiçek sevgisini, evimizdeki saksi çiçeklerini gören ikaz etmek zorunda hissederdi bizi;''Aman gece bu odada uyumasın kimse, gece odadaki oksijeni bitirir bunlar''.Annemin en kıymetli varlıklarından biridir çiçekleri( şimdi Zeynep'ten kıymetlisi yok ), taşınma sırasında bir tek çiçeklere bir şey olup olmadığı ile ilgilenir o.
Babamın anlattığına göre benim çiçek sevgim çok küçük yaşlara dayanırmış, parka her götürdüğünde tek istikametim parklardaki çiçekler olurmuş.İşim olmazmış pek salıncak ve kaydırakla.Okul çağına geldiğimde de gözüm hep bahçeli evlerin çiçeklerinde olurdu benim.Onlara bakıp sık sık düşünürdüm acaba anneannemin bahçesinde neler açmıştır şimdi
diye.Köy ormanında kendimi kaybederdim çalılıkların arasından menekşeleri koparacağım diye.Harika demetler oluştururdum kır çiçeklerinden.
Üniversite yıllarımda harçlığımın büyük kısmını çiçeklere harcadım, üzgün gördüğüm yüzlere bir buket çiçek ya da bir kırmızı karanfil alırdım, üzerine de umut dolu küçük bir not iliştirirdim.Dağıttğım buketler kadar çok buket sonra bana da uzattı sevgi dolu kalpler (Ama Eskişehir'deki hiçbir çiçekçi satışların artamasını bana bağlamadı).
Öğretmenliğe ilk başladığım yıl çiçeklerle ayrı düştüm, kesme çiçek kavramıyla (yapma çiçek) tanıştım, çok ama çok üzüldüm.Üzülüyordum ve kendime buketler alamıyordum.Ve bu ayrılık çok şeyime mal olacak yanılgılara düşmeme neden oluyordu...
Hayalleri vardır hepimizin farklı farklı.Ben de uzun bir aradan sonra hayallerimle buluşuyorum ve şükrediyorum, hayal hayata tutunmayı sağlıyor çünkü.Hayallerimden biri bir çiçekçiyle evlenmekti eskiden, ama hiçbir çiçekçi bu teklifle çıkmadı karşıma :).Sonra çiçekleri seven biri olsun bari dedim ve anladım ki çiçek almak yetmiyormuş narin kılmaya çiçek veren kalpleri.
Çiçeklere kırıldım belki biraz o dönemde ama şimdi eskisi gibi aramız.Ve birgün bir çiçekçi dükkanım olacak, menekşeler, inci çiçeği ve laleler baş tacı olacak dükkanımın.Üzgün yüzlerde tebbessüm oluşturmak için alınan çiçeklere %50 indirim uygulanacak.Dükkanın vitirinine benim gibi iştahla bakıp parası olmayanlara bir kırmızı karanfil verilecek, bir tebessüm karşılığında.Kır çiçeklerini tanıtan broşürler hazırlanacak ve her müşteriye verilecek.Siparişle gönderilen çiçekleri teslim ederken sahibine, çiçeği alanın yüz ifadesi fotoğraf karesine alınacak ve gönderene hediye edilecek.Çiçekçi dükkanının adı PEMBE DENİZ olacak.
NOT;Hiçbir çiçekçi hayallerimden çalıntı yapmasın lütfen.Hayallerimi gerçek kılma hakkı sadece bana aittir, DUYURULUR :).

Wednesday, March 07, 2007

İçimdeki bahar ya da nazar...

Bahar geldi, pazar günü saatlerimizi de bahara göre ayarlayacağız.Güne bir saat erken başlayacak herkes, gündüzlerimiz uzun, gecelerimiz kısa olacak.Aydınlık daha çok eşlik edecek bize, güneş daha uzun süre ısıtacak kalbimizi.
Aydınlık en koyu karanlıktan sonra gelirmiş, ben bunu hakkel yakin bildim :).Aydınlanıyor benim de ruhum, hoş görüyorum pek çok şeyi ama başta kendimi.Şarkıda da dediği gibi, hoş görüyorum, affediyorum, unutuyorum ve öyle ferahlıyor ki içim.
Ve anlıyorum, bir kez daha inanıyorum herşeyin sırrı bir nazarda gizliymiş, tüm muammaların cevabı küçüçük bir bakış açısında saklıymış meğer.Güzel düşünen hayatında lezzet alabilirmiş.Nazarımı terbiye ediyorum, o değiştikçe benim de içimdeki karanlık gidiyor, geriye aydınlık kalıyor.
Kalemi kağıdı seviyorum, küçük notlar yazmayı, her umutsuz yüze nazarla ilgili sırrımı fısıldamak istiyorum, tüm karanlıkları savmak ve aydınlatmak tüm ruhları.Seviyorum, sevdiğimi hissediyorum yeniden çiçekleri, çocukları, insanları ve HAYATI :).
Işığımız ısımız daha uzun süre eşlik edecek bize, belki de kararmasına izin vermeyecekler ruhumuzun, savacakalr içimizdeki gölgeleri.Gözlerimiz çiçek sergilerini izleyecek yol kenarlarında, parklarda, bahçelerde.Üzerimize ağırlık yapan kabanlar yerini hırkalara bırakacak.Faturaların kabarık gelme endişesi duymadan ısınabileceğiz.İçimizdeki duygular dinginleşecek.
Ve sizi bilmem ama ben şunu bileceğim ki tüm bunlar, tüm bu değişiklikler BENİM için.Bunca düzen, dizayn, ışık ve ısı ayarlaması BENİM için.Güneşin doğup batması, havadaki ısı, çiçeklerin kokusu ve rengi hepsi benim için.Ve elbette SİZİN için.Çünkü BİZ en nazlı misafiriyiz bu kainatın.

Bugün en çok Ajda Pekkan'nın Hoş Gör Sen şarkısnı seviyorummm ;

Hoş gör sen, affet gitsin aldırma,
Büyüklük sende kalsın sonunda,
Sen sarıl o sana sarılmazsa,
Sen unut unutmazsa...

Sunday, March 04, 2007

GÖÇ

Tam onyedi bahar geçti ben çiğdem çiçeklerine dokunamayalı.Tam onyedi bahar geçti kır çiçeklerinden uzakta.Ve hiç anlatamadım ki ben içimdeki buruk özlemi.Özlenecek o kadar çok şey oldu ki 89'daki Bulgaristan göçünü yaşayanların hayatında...Anne, baba ve kardeş özlemleri yaşarken diğerleri doruk noktada, çiçeklere olan özlemimi bir kendime mırıldanabildim ben.
Dinginleşmemi sağlayan en özel anlarımdı benim bahar ayları.Anneannemin beni köye davet edişi bir başka olurdu baharda, gelişimi çabuklaştırmak için olsa gerek baharın başında bile menekşeler ve çiğdemler geçmek üzere derdi hep.
Kırk dakikalık köy yolu bitmek bilmezdi, ne çok özlerdim köyü.Şehir hayatına ait olamamıştım bütünüyle ben hiç, ılginçtir köy çocuklarından biri de olamıyordum , ikisinin karışımıydı ben.
Otobüsten indiğimde koşarak giderdim anneanneme, hiç aldırmazdım arkada kalan anneme ve kardeşime, ilk sarılan ben olmalıydım ona.Anneannem, hep aynı özlemle beklerdi, aynı sıcaklıkla. Ve ben o zaman da farkındaydım;NE ÇOK SEVERDİ bu kadın bizi.
Sabah ilk işim dedemin ya da anneannemin peşine takılıp ormana gitmek olurdu, kaybolurdum kır çiçeklerinin arasında.Yaradan en güzel kır çiçeklerini Balkan topraklarına serpiştirmiştir bence.Kocaman buketlerim olurdu kısa sürede, anneannemin evindeki boş kavanozlar sayısız vazolarım olurdu, evin içi mis gibi kokardı.Komşular bilirdi çiçeklere olan düşkünlüğümü, eve dönüş yolunda tebbessümle bakarlardı yüzüme.En mutlu olduğum anlardandı o anlar, ve yaşarken o anları tekrarının olmayacağını hiç aklıma getirmemiştim.
Şimdi kır çiçeklerine olan özlemimi web sayfalarında gideriyorum, arama motorlarına isimlerini bildiklerimi yazıyorum ve dalıyorum ekrandaki resimlere.İsimlerini bilemediklerimle özlemimim ise hafızamın bana sunduğu karelerle gideriyorum.Mart çiçeği vardı bizim köyde(biz öyle derdik ona), çok kişiye tarif etmeye çalıştım bilen çıkmadı, arama motoruna da anlatamadım ki ben derdimi.İnce uzun gövdesi vardı bir de sarı minik çiçekleri, bulgarcası iglika idi.Neyse zaten resmini görseniz de sanırım o sadece bana çok şey ifade edecek.
Çiğdemler de benim özel olan köy çiçeklerimden, resimde gördüğünüz çiçekler bizim köyün ormanında öyle çoktur ki.Çok narindir çiğdem çiçeği, yaprakları çok kolay zedelenir, sıcaklar narin bedenini hemen soldurur.Ve şimdi küresel ısınma varken, nasıl kalmayı başarmıştır dik ve onurlu toprağın üstünde?
Çok güçlü bir kalemim olsa,Bir göçün hikayesini anlatabilsem size.Yer olmayacak ama benim hikayemde göçün siyasi nedenleri, sonuçları ve ekonomiye olan etkilerinden.Hikayemde ne mi olacak ?Göçün öğrettiği özlem ve ayrılık acısı, gidip de dönememek, dönüp de bulamamak neymiş, sadece bunları anlatacak.
Anneannecim, öyle çok özledim ki ben seni :(.