Saturday, December 19, 2009

Haydi eşek olalım :)



''Eşek olun!'', demişti bir tefsir dersinde hocamız ( Fatma Hale Liman ). Şaşkın şaşkın bakmıştım yüzüne. Ama o devam etti, ''Hiç şaşırma, yükelenebileceğini sırtlan yapamayacağın zamanlara denk gelsin! Yapabiliyorken yap, önden gönder yeri gelecek geri çekileceksin. Yok ve Hayır kelimelerini yok et. Çünkü yok - yokluğa sebeptir.''
O günkü dersten sonra eşekler daha bir sevimli geliyor bana. Onlara imreniyorum. Üzerlerine konan her yükü isyan etmeden uysal bir şekilde taşıyorlar. Artık ben de yapılacak bir iş olduğunda hayır dememeye çok özen gösteriyorum. Gücümün iyilik yapmaya yetmeyeceği zamanlar aklıma geliyor ve elimi taşın altına daha kolay koyuyorum. Gidilecek bir semineri, düzenlenecek bir programı, vizyondaki güzel bir filme, evimde geçireceğim ptt gününe tercih edebiliyorum.



Bugün de yoğun bir gün geçirdim. Öğrenciler için düzenlediğimiz Mevlana programı vardı. Program konuğumuz Fatma Hale Liman hocamdı. Şems, Mevlana, Mesnevi, nefis, gönül konularını içeren güzel bir konuşma dinledik. Öğrencileri gözlemledim, hepsi pür dikkat dinledi. Alıcıları açıktı, hocamızı da sevdiler. Bir kez daha hayran oldum ona, sıkmadan güldürerek o kavramları nasıl verebildi çocuklara. Program sonrası katılımcılarımıza beyaz kağıtlar dağıttım, görüşlerini yazmalarını istedim. İyiliğin önemini anlamışlar, sadece beden değil ruhlarına da özen göstermeleri gerektiğini fark etmişler. Mevlana ve Şems'e bakış açıları değişmiş. Eve geldiğimde yazıların bir kısmını Fatma Hoca ile paylaştım. Başka bir etkinlik için söz aldım ondan.
İkinci Mevlana etkinliğimiz haftaya. Konuğumuz Hayat Nur Artıran. (Davetiyeleri aldım bugün, güzel olmuşlar.) Dilerim programla ilgili bir aksilik olmaz.Ruhumuzu beslediğimiz oranda yük sırtlanabiliriz. Zahirimize gösterdiğimiz özenin fazlasını ruhumuza göstermeliyiz. Çünkü Öz odur.

Yalnız mıyız gerçekten?

Güzel bir mail aldım bugün. İlaç gibi geldi. Sizinle de paylaşmak istedim.




Dedim ki; çok yalnızım..

Dedim ki; çok yalnızım..
Dedin: ... Ben ki sana çok yakınım. Bakara-186

Dedim: Evet biliyorum sen bana yakınsın ama ben senden uzağım, keşke ben de sana yakın olabilseydim.

Dedin: Rabbini sabah akşam, yüksek olmayan bir sesle, kendi kendine, ürpertiyle, yalvara yalvara ve için için zikret. Araf-205

Dedim: Bu da senin yardımını ister.

Dedin: ALLAH'ın sizi bağışlamasını istemez misiniz? Nur-22

Dedim: Tabii ki, beni affetmeni çok isterim.

Dedin: (Öyleyse)Rabbinizden bağışlanma dileyin, sonra O'na tövbe edin. Gerçekten benim rabbim, esirgeyendir, sevendir. Hud-90

Dedim: Çok günahkârım, bu kadar günahla ben ne yaparım?

Dedin: ALLAH'ın, kullarının tövbesini kabul edeceğini.. ve ALLAH'ın tövbeyi çok kabul eden ve pek esirgeyen olduğunu hâlâ bilmezler mi? Tevbe-104.

Dedim: Defalarca tövbe edip tövbemi bozdum, artık yüzüm kalmadı.

Dedin: ALLAH aziz ve bilendir, o günahları bağışlayan ve kullarının tövbesini kabul edendir. Ğafir-2/3.

Dedim: Bunca günahım var,hangisinin tövbesini yapayım?

Dedin: ALLAH bütün günahları bağışlayandır. Zümer-53.

Dedim: Yani yine gelsem yine beni bağışlar mısın?

Dedin: ALLAH'tan başka günahları bağışlayacak olan yoktur. Ali İmran-135.

Dedim: Ne kadar güzelsin ALLAH'ım! Bilmiyorum bu sözlerin karşısında niçin böylesine içim içime sığmıyor ve erimeye başlıyorum, seni çok seviyorum.

Dedin: Şüphesiz ki ALLAH tövbe edenleri ve temizlenenleri sever.
Birden 'İlahım ve Rabbim benim senden başka kimim var' dedim.

Sen de 'ALLAH kuluna yetmez mi?' (Zümer-36) dedin.

Dedim: Sen ki beni bu kadar çok seviyorsun ve bana karşı bu kadar iyisin ben ne yapabilirim?
Dedin: Ey inananlar! ALLAH'ı çokça zikredin. Ve O'nu sabah-akşam tesbih edin. Sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için üzerinize rahmetini gönderen Odur. Melekleri de size istiğfar eder. ALLAH, müminlere karşı çok merhametlidir. Ahzap-41/43.

Kendi kendime dedim: ALLAH'ım seni çok seviyorum.

Thursday, December 17, 2009

zamana kıyabilmek

Paramı tasarruflu kullanmam gerekiği zamanlar çok olmuştur. Ancak özellikle son iki yıldır zamanımı nasıl tasarruflu kullanırım derdindeyim. Yetişemiyorum, her gün listemdeki tamamlanmış olması gerekenler eksik kalıyor.
Bugün boş günümdü. Bu günün arkadaşlarımın arasındaki adı PTT ( pijama, televizyon, terilk). Bu yeni kavramı duyduğumdan beri benim hayallerimden biri oldu, boş günümü PTT günü olarak geçirmek, ama kısmet olamdı daha. Kışın soğuk günleri insanın bu isteiğini arttırıyor.
Evimden çıkmamayı , kaygısızca oturup kitap okumayı, yazı yazmayı ( blog yazıları değil )müzk dinlemeyi ve yemek yapmayı da özledim. Ama özlem gidermek için yarı yıl tatilini beklemem gerekecek benim. Birileri çok yatınca, birileri daha çok çalışmak zorunda kalıyor işte...
Bugün erkenden kalktım, kendime zaman ayırdım. Sabah sabah dolma pişirdim, banka işlerimi hallettim ( otomatik ödeme talimatı verdim- zaman tasarrufu).
Zamanıma kıydım ( parama kıymak son zamanlarda daha kolay geliyor bana) ve kuaföre gittim. Yol boyunca kendimle mücadele ettim, orada geçireceğim zamanda neler yapabilirdim diye düşündüm durdum. Ama çok şükür gidişim güzel bir olaya vesile oldu.
Kuaförüme dernek çalışmalarını anlattım, ücretsiz lise etüdümüzün başlayacağını söyledim. Ve bir öğrencimiz oluverdi. Azimli, başarılı bir kız öğrenci ile irtibat kurduk. İlk etüdümüze o da gelecek. Salondan ayırılırken mutlu ayrıldım, sebebi ne saç kesimimi beğenmem ne de yeni saç rengimdi :).
Öğleden sonra derneğe gittim. Çalışmaları hızlandırdık. Sonra matbaaya gittim. Mevlana programı için davetiye siparişi verdim. Ben yorgun, Hasret yorgun olunca bir saatte bitirebildik tasarım işini. Bence güzel oldu. Davetiyenin sol üst köşesinde bir semazen var yanında Mevlana'nın yedi öğüdü altta da program içeriği. Hayat Nur Artıran Hanımefendi program konuğumuz. Geçen yıl öğrenciler için hazırladığımız program için aramıştım onu fakat tarihlerimiz onun programına uymamıştı. Bu yıla kısmetmiş demek ki, umarım öğretmen arkadaşlarımız istifade ederler. Allah utandırmasın.
Listemde kalan eksikler;
- Kar tuşlarımı dolduramadım
- Okul AB projesi çevirisini yapamadım
- Porgrama katılacak konuklar için hediye almaya gidemedim
- Altıncı sınıf kitabının tashihini bitiremedim

Bugün bir de şarkı dinledim, günün şarkısı oluverdi hesapta yokken. Yusuf Güney, Git bedenim buralardan. Kalplerimizin idaresi bizde olsaydı keşke. Ya da onun kapılarını hak edene açabilseydik. O önemli soruya evet cevabını vermek elimizde olsyadı. Karışık meseleler...
Dedim ona; Bu anlaşılması zor durumda kusurlar bende, güzellikler sendedir. Samimiyetle güzel dilekler gönderdim Bursa semalarına :)

Sunday, December 13, 2009

Ne yapmalıyım?

books for children Pictures, Images and Photos
Uzun zamandır bir kitap porjesi vardı aklımda. Derslerde çoğu zaman bir çok kaynaktan derleyip toparladıklarımı kullanıyorum. Bazı kaynakların konu anlatımı çok başarılı, bazılarının da alıştırmaları güzel. Tüm becerilerin özenle birleştirildiği kaynak bulmak güç.
Bundan yola çıkarak birkaç yıldır bir proje oluşturdum kafamda. Dil bilgisi konularını algılamayı kolaylaştıracak metinlerin olduğu bir kitap yazmak. Yayınevi ile bunu paylaşmayı düşünürken, önce arayan onlar oldu.
Yayınevinin farklı bir proje önerisi oldu. İlköğretim birinci, ikinci ve üçüncü sınıflar için ders kitabı tasarlamamı teklif ettiler. Şaşırdım. Çocuklar ve ben. Öğrencilik yıllarımda Nilay Hoca'dan Çocuklarda Dil Öğretimi dersi aldım. Fakat uygulamaya dökülmeyen kuru bilgiler bir süre sonra işe yaramaz oluyor. Göreve başladığım ilk ( staj dahil) günden beri hep lisede çalıştım ben. Çocukların renkli ve saf dünyasından uzak bir kademedir bu.
İki haftadır düşünüyorum, kafamda karakterler şekillendirmeye çalışıyorum. Bu işin altından kalkıp kalkamayacağımı sorguluyorum. Dil öğretimi ile yakından ilgili olan kişilerle fikir alış verişi yapıyorum. Macmillan'nın İstanbul temsilcileri ile görüştüm. Onlar da farklı bir porje önerdi. Teknik destek tam, Nick de destek sözü verdi. Kafam karma karışık oldu.
Aslında çocuklar için kitap hazırlama fikri çok heyecan verici. İlk adımda onların dille ilgili düşüncelerini şekillendirecek olmak güzel. Ancak bu işi yüzüme gözüme bulaştırma ihtimalim yüksek. Sınıf öğretmeni olan arkadaşlarla görüştüm. Onlar projeyi kabul etmem konusunda ısrarlı. Ama ben dernek çalışmalrında bile birinci kademeye inme konusunda başarısız oldum. Yeterince aktivite, döküman hazırlayamadım onlara.
Kafam karma karışık. Ne yapacağımı bilmiyorum. Ama sanırım kendi öğrenci kitlem için daha faydalı şeyler üretebilirim.
Belki de çocuk gözü ile bakmalıyım bir süre dünyaya, ingilizceye... Karar veremedim henüz.

Thursday, December 10, 2009

Kitap öncesi ve sonrası



Samiha Ayverdi, tanışmakta geç kaldığım yazarlardan biridir. Adını ilk kez yazı atölyesinde Ali Ural'dan duydum. Hocamızın yazarla ilgili söyledikleri bende merak uyandırdı. Geçen hafta Samiha Ayverdi'nin iki kitabını aldım; Ateş ağacı, İnsan ve şeytan.
Ateş Ağacı ile başladım. Kitap beni aldı götürdü. Okumak bazen insanı yalnızlaştırır. Kitapla aranıza kimse girmesin istersiniz. Ben de satırlarla arama kimse girmesin istedim. Ne çalan telefonlar ne de habersiz ziyaretçiler. Cemil Bey'in hikayesi değildi sanki okuduğum. Ben kendi hikayemi okudum. Altını çizdiğim çok satır oldu. Üzerlerinde durup düşündüm, tekrar tekrar okudum. Kitap sonrasında, bende pek çok şey eskisi gibi değildi artık. Ve aşk, ne çok mana gizliymiş onda...
Kitaptan altını çizdiğim bazı satırları paylaşıyorum.
'' Ne tuhaf...insanlar bir kırık testiyi, bir taş parçasını, tarih, sanat ve estetik kıymetleri için asırdan asıra intikal ettiriyorlar ve bu sanat eserlerinin karşısında zevkten dilleri tutuluyor da, ruhun mananın dokuduğu şaheserlere dudak büküyorlar.'' s.40
'' Bence şekil ve sanat, manayi ziynetleyen bir kapıdır. Mana, şekil perdesi altında gizli olduğu için göz,iç kıymetini görmüyor da, dış tezahürlerini görüyor. Ruhu görmeyip, cesedi gördüğümüz gibi.
Şekil manayı bulmak için bir kapıdır. Yazık ki insanlar bu kapının san'at inceliklerine, estetik vasıflarına dalarak, onu açıp içinde gizli olan hazineyi elde edemiyorlar
.'' s.40
'' Güya ki ruhlar vücut elbisesi giymeden evvel, her birinin eline cilalı, gönül alıcı birer top verilmiş. Sonra bu topları veren, onları birden bire ellerinden kaparak fırlatıp atmış ve:Haydi arayın bulun! demiş.Her ruh, bir görüp bir kaybettiği o güzel şeyin telaşıyla yola düşünce, kendini dünyada bulmuş. Fakat dünyada topu unutturacak neler neler var...
İnsandan beklenen, dünyaya, kaybettiği topunu aramaya gelmiş olmasını unutmamaktır.''
s.41
'' Ben cihangir olsam, hatta bütün dünya şahsi mülküm olsa, ben benim olmadıkça kendimi hiçbir değere malik saymam.'' s. 46
''Ben de ne tuhaf söylüyorum, tıpkı bir çocuk gibi. Sanki her gözü açık ve yaşı ilerlemiş insanda görmek kabiliyeti var mıdır? Görmek, insan kudretinin erişebileceği en yüksek basamak... esasen yaratılıştan maksat bu kabiliyeti kazanmaktan başka nedir?'' s. 76
'' Bence aczini bilmek, acizden kurtulmanın tek yolu.'' s. 101
'' Ne tuhaf, insanın henüz kendinin bilmediği öyle şeyler vardır ki karşısındaki bunları ezberlemiş kadar kolay okur.'' s. 112
'' Elle yazılan her şeyin gün olup bozulması tehlikesi vardır. Fakat gönülle yazılan yazıları silecek ve bozacak kuvvet yaratılmış değildir.'' s. 136
'' Hemşehrilik bile bir yaknılık sebebi olduktan sonra, dertte iştirak daha kavi bir bağ ve anlaşma vasıtası olmaz mı?'' s.145
'' Vahid-i Mukaddeste Musa'ya, Allah'ın niçin ateş suretinde göründüğünü şimdi anlıyorum. Musa'nın o zaman ateşe ihtiyacı vardı. Zira doğurmak üzere olan zevcesine ateş lazımdı. Musa, karşıdan beliren ateşe doğru gittiği zaman, bunun bir ağaç, bir Ateş Ağacı olduğunu gördü ve ağacın: '' Ben senin Allahınım'' dediğini duydu. Belki de Allah ona böylece talebi suretinde görünmeseydi, Musa oraya, bu kadar şevkle koşup gitmeyecekti.
Bu hikmetin benim maceramla sıkı bir münasebeti var
. Ben de büyük ve yakıcı bir aşka şiddetle mutaç olduğum gün, talebimi insan suretinde gizlenmiş görerek ona koştum ve atıldım. İşte bu hengamededir ki insan aşkıyla Allah aşkını birbirine karıştırdım, bir bardak suyu denize döktüm.'' s. 160

Monday, December 07, 2009

TOPRAK ANA

Büyümeyi başaramayan küçük bir kız saklı içimde; kırılgan, buruk. Çocukuluğu yarım kalmış her yetişkinin içinde aynı minik yürek gizlidir. Ve her fırsatta yetişkin kimliğimiz içimizdeki çocuğa yenik düşer.
Cengiz Aytmatov'un romanını okurken, çocukluğuma teslim oldum. Anneannemin özlemini hiç bastırmadım. Kitap satırlarının bana çağrıştırdığı tüm anılara açtım kapımı. Tolunay'ın gezdiği buğday tarlalarında anneannemi gördüm. Köyde geçirdiğim günlerdeki toprak kokusunu çektim içime yeniden. Aliman ilkbaharda tarlalardan lale toplarken, benim ellerim mor menekşelere uzandı. Onlar fırından yeni çıkan ilk buğday ekmeğini koklarken ben anneannemin sıcak ekmeğin arasına koyduğu tereyağ kokusunu çektim içime. Aliman Tolganay'ın saçını örerken ben anneannemin hasta yatağındaki saçını ördüm. Gözümden akan yaşa hiç dur demedim.
Anneannem ve Tolganay, ikisi birbirne karıştı. Anneannemde Tolganay'ı, Tolganay'da anneannemi buldum ben. Ne çok benziyordu ikisi. Kolhozdaki çalışmaları,toprakla dostlukları ve ayrılık acıları ortaktı.
Toprak Ana'yı okuduktan sonra dünyanın daha yaşanılır bir yer olacağına dair olan inancım yenilendi. İki kahrmanım daha oldu. Biri Cengiz Aytmatov diğeri Tolganay.
İyiliğe olan inancımızı arttırmak için bu kitabı okumalıyız. Bambaşka bir dünyanın kapılarını açıyor kitap okuyucusuna. Günümüzdeki bencillikten uzaklara götürüp, insani tarafımızı besliyor.

'' İyilik, yola düşen, yoldan toplanan bir şey değildir. Tesadüfen ele geçen bir şey değildir. İnsan iyiliği ancak başka bir insandan öğrenir.'' s. 71

Bir şarkı, bir dost

Seslerin ve kokuların üzerimizde büyülü etkisi vardır. Bazen bir koku, bazen de bir ses bizi ummadığımız duygu yolculuklarına çıkarır.
Bu sabah arkadaşımın arabasına bindim. Yüz ifademden okula gitmeyi istemediğimi anladı. (Yorucu bir hafta sonu geçirdim. Haftanın yorgunluğunu atmak şöyle dursun, onun üstüne yenilerini de itina ile ekledim.) Hemen radyonun düğümesine bastı. Beni neşelendirecek bir şarkı bulmaya çalıştı. Ve başardı :).
Payıma Yaşar'ın Kuşlar şarkısı düştü. Namelerle birlikte de bir dosta duyduğum bastırılmış özlem içimdeki tüm setleri yıktı.
Sözcük, zaman ve mekan sınırı tanımayan dostlarımız vardır. Bir bakış kurulan onlarca cümleden daha çok şeyi anlatır onlara. Araya giren zamanı yalanlar aylar sonra gerçekleşen görüşmeler. En son bıraktığımız tazeliktedir her şey. Her mekan onlarla aynı güzelliktedir.
Ebru,
Yüzüne güzel cümleler kurmakta zorlandığım tek dostum. Bu sabah arayıp öyle çok şey söylemek istedim ki sana. Ama biliyorum ki ne ben onları söyleyebilirdim, ne de sen dinlerdin. ( Of Sevcan, deme böyle şeyler. Bak sevmem ben kızım ...)
Hayatta tesadüf diye bir şey yoktur. Yollarımızı kesiştiren bir güç vardır. O'na ne kada teşekkür etsem azdır, öyle cömert ki...
Bu sabah birkaç yıl öncesini düşündüm. Ben olsaydım, o dönemde benden gelen telefonlara bakmazdım. Hangi sabırla dinledin milyonlarca kez tekrarladığım cümleleri? ( Bence işin en zor, tahammül edilmez kısmıydı bu).
Birlikte seminer salonlarının en arka sırasında oturmayı özledim. ( Bu arada artık koltukların arasında kaybolabilirim, o kadar küçüldüm yani). Kitap çalışmaları için katıldığımız Ankara seyahatlerimizi yeniden yapabilsek keşke...
Özleyip de özlemimi söyleyemediğim tek dostumsun sen benim. İçinde deryalar olan ama bunun farkında olmayan. SENİ SEVİYORUM.
Biliyorum gözlerine inanmıyorsun ama bu satırların tüm suçlusu Yaşar :).


YASAR - KUSLAR
Yükleyen . - .

Tuesday, December 01, 2009

ruhun bedenden intikamı


Zahir'i putlaştırıyoruz. Batın'ı yok sayıyoruz. Her sabah ayna karşısına geçip ondaki aksimize rötuşlar uyguluyoruz. Kusursuz görünme çabasındayız her birimiz. Tahammülümüz yok yüzümüzde ne bir kırışıklığa ne de bir sivilceye.
Kusursuz bedenler cenneti yirmi birinci yüzyıl...
Bir sabah sihirli bir el dokunsa kusursuz bedenlerimize. İçimiz dışımıza çevrilse. Yok saydığımız ruhumuz zahirimiz olsa. Korku filmlerindeki ucube yaratıklardan daha korkunç manzaralarla karşılacağımızdan hiç şüphem yok. Ruhumuzun bizden intikamı olacaktır bu.
Bedenimiz ruhumuzun geçici bir kafesidir. Birgün çürüyüp gitmeye mahkumdur. Asl olan ruhumuza kattığımız emek ve güzelliktir. Bizi birbirimizden kıymetli yapan şey de budur.
Akıllarımızı gözlerimizin esaretinden kurtaralım. Zahir aldatabilir. Hiçbir şey göründüğü gibi değildir. Derinlere dalalım, derinlerde olana kıymet verelim.

Bir süre önce bedenindeki engele inat kusursuz ruha sahip biri ile kesişti yollarımız. Yirmili yaşlardayken yaptığı ters bir haraket boyun damarlarından birinin çatlamasına sebep olmuş. Sonarsı kısmi felç, üç yıl yatak mahkumiyeti. ''Yatağa mahkum olduğum dönemde bol bol kitap okudum, okumak dünyayı dolaşmak gibiydi benim için. Dört yıldır çalışıyorum, fizik tedavim devam ediyor. Gelişmeler ümit verici ama garantisi yok hiçbir şeyin.'' Bunları anlatırken sesi isyandan uzaktı. Yüzünü mahçubiyet esir almıştı...
Elini kullanamıyor olmak, yürürken aksamak... Tüm kusurlarımız bedensel olsa keşke. Onlarda çoğu kez payımız olmaz.
Peki ya ruhumuzdaki kusurlar. İnce ince işliyoruz her gün kendimize onları. Dönüp bakmıyoruz yaptığımız tahribata. Baksak ne fayda, gönül gözümüz çoktandır âma.



İçimi umut dolduran bir videoyu paylaştım. İzlerken okulumdaki öğrencileri düşündüm. Böyle bir durumda onlar nasıl davranırdı acaba? Sanırım cevabı bilmek istemiyorum. Rabbim, ruhumuzu kusurlardan arındır. Amin.

Friday, November 13, 2009

Öğretmenim, canım benim :)


Kasım ayı derneğimizin en yoğun olduğu aydır. Yıl boyunca öğrenciler için yapılan faaliyetlere, öğretmenlere yönelik yapılan çalışmalar da eklenir. Gayemiz mümkün olduğu kadar çok öğretmene ulaşmak. Kısa süreli de olsa onların yüzüne tebessüm, yüreklerine coşku yerleştirebilmek.
21. yüzyıldaki en zor mesleklerden birisidir bizim mesleğimiz. Eskiden olduğu gibi öğrenciler ceketlerini iliklemiyorlar önümüzde. Vicdanlara dokunmak zor, yüzlerce barikat var aramızda. Anlatmaya çalıştığımız değerler gereksiz ayrıntılar öğrencilerimizin nazarında...
Heyecanla yola devam etmek öyle güç ki. Umudun bizi terk ettiği anlar çok oluyor.
Öğretmenler günü ile ilgili düzenlenen programlardan ikisinin sorumluluğu bana verildi. Günlerdir düşünüyorum. Ne demeliyim? Çok şeyi değiştirebileceğimize nasıl inandırmalıyım onları ve bir kez daha da kendimi.( Anlatırken aslında kendine anlatanlardanım ben.)
Programın bir bölümünde arkadaşlarımla paylaşacağım videoyu sizinle de paylaşıyorum. İzleyin belki size de umut aşılar bambu ağacı :).

Friday, November 06, 2009

TÜYAP - benim de kitaplarım var :)


Uykusuz nice geceler geçirdim. Mevsimleri küstürdüm. Kendi mevsimime gömüldüm; çalışma mevsimi...
Düşündüm, tasarladım, yazdım, çizdim. Binlerce resim taradım. Cümlelerim okuyanlarda bir iz bırakmalıydı. Hoşgörü , yardımlaşma ve sevgi mesajı serpiştirmeye çalıştım örneklerimin arasına. Defalarca umutsuzluğa duştüm. Hiç bitiremeyeceğim sandım. Sözcüklerin beni terk ettiği anlar oldu. Tek cümle kuramadan ekran başında kaldım bazı geceler. Bu işin bana kalan kısmı hüzün olur sandım.
Ve yanıldım. Kitap standında onları görür görmez bitti onca yorgunluk. Sevinç ve kıvanç vakti benim için şimdi:))).
Kitapların hazırlanma aşamasında bana verdikleri destek için aileme ve arkadaşlarıma çok teşekkür ederim. Onlar olmasaydı başaramazdım, biliyorum.

Kitabın editörü Selda Kalkmaz'ın da ellerine sağlık. Kitabın tasarımı konusunda gösterdiği özveri çalışmayı daha değerli kılmış.
Aşağıdaki linkten beyaz tahta yayınlarını takib edebilirsiniz. ( Ama sanırım ingilizce kitapları henüz internet sayfasına yüklenmedi. Şimdilik sadece TÜYAP taki beyaz tahta standındalar. )
  • beyaztahta


  • Friday, October 30, 2009

    SAVUNMA :)



    Bir haftadır öğretmenlik mesleğinin daha önce hiç farkında olmadığım taraflarını sorguluyorum. İyi ve kötü kavramlarım birbirine karıştı. Keşke farkında olduklarımı zihnimden bir çırpıda silebilsem. Bir işteki amatör ruhu hiç yitirmemek lazım. Profesyonel olmak, bazı gerçekleri olduğu gibi kabul edebilmek bu meslekte ruhu öldürüyor bence. ( Merak etmeyin ben, profesyonel olmayı irademle reddettim. Bakalım sonuç ne olacak. ) Aslında size iyi öğretmen olmanın tüyolarını yazacaktım ama vazgeçtim. Çünkü yazdıklarım tesir etmezdi. Ben mevcut sisteme göre kötü bir öğretmen olmayı tercih ediyorum.
    Bugün okullar tatildi. Bir günlük de olsa bu ara bana çok iyi geldi. Günün büyük bir kısmını evde geçirdim. Kitap okudum. Ev işleri yaptım. Sonra da Bakırköy'e gittim. Doktorumun yüzünü güldürdüm. İki hafta boyunca dediklerini harfiyen yerine getirdim. Elbette sonuç güzel. İki haftada bir kontrollerim devam edecek. Umarım sıkılmadan söylenenleri uygulamaya devam ederim.
    Geçtiğimiz hafta bir karar aldım. Bazı kitapları sadece yolculuk esnasında okuyacağım. Bakalım gidip gelmelerde sene sonuna kadar kaç kitap bitecek. İlk kitabım Saduk Yalsuzuçanlar'ın, ANKA.Henüz başlarda sayılırım ama sevdim. Bitirdikten sonra burda kitapla ilgili düşüncelerimi paylaşırım.
    Evde Lâ'yı okumaya devam ediyorum.(Özellikle bitirmemeye çalışıyorum. Geri dönüp aynı yerleri birkaç kez okuyorum.)
    Bakın bugün okuduklarımdan neler öğrendim.
    ANKA
    *Hz. Süleyman'la karıncanın hikayesi.


    Bir gün Süleyman Peygamber (a.s) bir karıncaya bir yıllık yiyeceğinin miktarını sorar.
    Karınca da,
    "Bir buğday tanesi yerim" diye cevap verir.
    Cevabın doğru olup olmadığını kontrol etmek isteyen Süleyman Peygamber (a.s) karıncayı bir şişeye koyar. Yanına da bir buğday tanesi koyarak hava alacak şekilde şişeyi kapatır. Ondan sonra da bir yıl bekler. Müddeti dolunca şişeyi açtığında bir de bakar ki karınca buğday tanesinin yarısını yemiş, yarısını da bırakmıştır. Kendi kendine meraklanır. Acaba neden yemedi?
    Bunun üzerine Hz. Süleyman (a.s) karıncaya buğday tanesini tamamen neden yemediğini sorar.
    Karınca da,
    "Daha önce benim yiyeceğimi yüce Allah (c.c) verirdi. Ben de O'na güvenerek bir buğday tanesini tamam olarak yerdim. Çünkü O beni asla unutmaz ve ihmal etmezdi. Fakat bu işi sen üzerine alınca doğrusu nihayet bu aciz bir insandır diye sana pek güvenemedim. Belki beni unutup yiyeceğimi ihmal edebilirsin. O yüzden de bir yıllık yiyeceğimin yarısını yiyerek, diğer yarısını da ertesi yıla bıraktım" diye cevap verdi.

    *Bağdat adı Acemceymiş. Anlamı;Allah'ın armağanı. Şaşırdım. Kaç kez dönüp okudum aynı cümleyi. Bağdat'taki acıyı, akan kanı düşündüm. Bir dilek geçirdim içimden; daru's selam yurdu olsun Bağdat yeniden.
    *Malatya'nın Aspuzu ilçesinde yazılı elmalar yetiştirilmiş bir dönem. Aspuzu'nun elmaları kızaracağı zaman bağ sahipleri elmaların üstüne oyma yazılarla yazılmiş kağıt yapıştırırmış. Güneş gören yazılı yerler kızarır, diğer taraflar sarı kalırmış.

    ;
    * Breza ağacının türkçesini öğrendim, yaşasın :). Bulgar ve Rus edebiyatında çok sık kullanılan bir ağaç vardır. Breza. Hep türkçesini merak ederdim. Türkiye'ye geldiğimiz ilk yıllarda onu pek çok arkadaşıma tarif ettim ama bilen çıkmamıştı. Bugün La'yı okurken adını ilk kez duyduğum bitkileri ( taflan, kafuru, huş ağacı ) not aldım ve internetten hepsi ile ilgili bilgi bulmaya çalıştım. Huş ağacı beni heyecanlandırdı. Yıllardır adını bulmaya çalıştığım brezammış o benim.
    Rus şair Esenin'in ilk yayınladığı şiirinin adı ; Beryoza (Huş ağacı). Çocuklar için yazılmış çok güzel bir şiir.(Beşinci sınıf öğrencisi iken Rusçasını ezberlemiştim. Ve hafızamda şiirin beni hala terk etmeyen mısraları var).
    Evet bugün kitaplardan öğrendiklerimin bir kısmını sizinle paylaştım. İnşallah siz de istifade etmişsinizdir.

    Thursday, October 15, 2009

    SÖYLEYİN BANA NEDEN?



    Sınıfımızın bu hafta öğreneceği şarkı bu :)

    Rüyamda ,
    çocuklar her kız ve erkek için bir aşk şarkısı söylüyorlar
    Gök mavi, tarlalar yeşil
    Ve kahkaha dünya dili
    Sonra uyanıyorum ve görüyorum ki dünya yardıma muhtaç insanlarla dolu
    Söyleyin bana bu böyle olmak zorunda mı
    Söyleyin bana kaçırdığım bir şey mi var
    Lütfen bana anlatın, çünkü anlamıyorum
    Neden biri diğerine ihtiyaç duyduğunda yardım eli uzatmıyoruz
    Söyleyin bana neden
    Kendime her gün iyi bir insan olmak için ne yapmalıyım diye soruyorum
    Kim olduğumu herkese kanıtlayabilmek için kalkıp savaşmak (silaha sarılmak)zorunda mıyım

    Yaşam bana onu savaşlarla dolu bir dünyada boşa tüketeyim diye mi verildi?

    Söyleyin bana bu neden böyle olmak zorunda
    Söyleyin bana kaçırdığım bir şey mi var
    Lütfen bana anlatın, çünkü anlamıyorum
    Neden biri diğerine ihtiyaç duyduğunda yardım eli uzatmıyoruz
    Söyleyin bana neden

    Okul açıldığından beri maratonda koşuyor gibi hissediyorum kendimi. Yoğun ders programı ile beraber dernek çalışmaları da başladı. Bu yılı dinlenme yılı ilan etmiştim ama anlaşılan kendi kendime gelin güvey olmuşum.


    Bugün okul mesaim yoktu. Sakın tembellik ettiğimi düşünüp, oh ne güzel demeyin. Tatil günümde dernek mesaim tam gazdı. Bütün gün seminer hazırlığı yaptım. Akşam olunca da derneğe gidip sunum görevimi tamamladım :).


    Seminerler beni okuldaki mesaimden daha çok yoruyor. Bir topluluk karşısına geçtiğinizde insanlar size çok şey biliyorsunuz nazarı ile bakıyor. Siz konuşmacısınız, onlar dinleyici. Öğretmen öğrenci ilişkisine benzer bir durum çıkıyor ortaya. Oysa hepimiz öğretmeniz :).

    Anlattıklarımın hakkını vermeye çalışıyorum. Doğrulardan söz edip, onları uygulamamak riyakarlık olur. Uygulamadığınız bir şeyi anlatmak inandırıcı olmaz. Hem anlatana hem dinleyene vakit kaybettirir sadece.

    İnsan ya yaşadığını dillendirmeli ya da dillendirdiğini yaşamalı. Mevlana'nın şeker hikayesi de bunun önemini anlatır. Bir gün bir baba Mevlana'nın huzuruna küçük oğlunu getirir. Çocuk hastadır ve şeker yemesi yasaktır. Baba buna engel olamadığı için çareyi Mevlana'ya gelmekte bulur. Mevlana'ya durumu anlatır ve ricada bulunur; Lütfen oğluma şeker /bal yeme, der misiniz? Sizi sever ve dinler.

    Mevlana hiç yorum yapmaz. Babaya döner ve sadece şunu söyler; Şimdi gidin kırk gün sonra gelin.

    Baba bozulur ama itiraz etmez. Aradan kırk gün geçer ve baba oğul Mevlana'nın huzuruna tekrar gelir. İçeri girerler Mevalana çocuğun gözlerinin içine bakar ve sadece iki kelime söyler; Bal / Şeker yeme!

    Baba bu duruma bozulur ve sorar; Madem dermanımız iki kelimedeydi neden bizi bu kadar beklettin?

    Mevlana açıklar; Sizin geldiğiniz gün ben bal yemiştim. Kendi yaptığım bir şeyi başkasına yapma diyemezdim. Desem de tesiri olmazdı. Hücrelerimin baldan tamamen arınmasını bekledim. Bu da ancak kırk günde oldu. Şimdi gönül rahatlığı ile oğluna bal yeme diyebilirim.


    Öğrencilerime her yıl anlattığım hikayelerden biridir bu. Her anlattığımda da kendi payıma düşeni yeniden alırım. Malum nisyan insan fıtratının bir parçasıdır.

    Yarın kendi sınıfıma üç saat dersim var. Haftanın şarkısı ne olsun diye düşünürken, arkadaşım bir video gönderdi. Ve elbette haftanın şarkısı da kendiliğinden belli oluverdi. Müzik güzel, ses güzel, sözler hepsinden güzel. Umarım öğrencilerim de bana katılır. ( Videoyu sizinle paylaştım)

    NOT; Çeviri yapmak zordur. Kim ne derse desin, çeviri eserin değerini düşürüyor. Bazen çevirinin sadece eserle ilgili genel bilgi vermekten öteye geçemediğini düşünüyorum. Dil yeteneğimizi geliştirip tüm eserleri orjinalinden okuyabilsek keşke. ( Şarkı sözlerini çevirdim - ama olmadı işte. )

    Herkese sevgiler.

    Friday, October 09, 2009

    Alüminyum folyoda somon balığı

    Bloglar arasında dolaşıyorum. Ziyaret etmekten çok mutlu olduğum sayfalar var. Size bir ara bağlantılar bölümünde yeni blog sayfaları önereceğim. Bu arada farkettim ki neredeyse tüm bloglarda yemek tarifleri var. Misafir ağırlayacağım zaman bu bloglardan faydalanıyorum. Bu sayede yapabildiğim pasta, sütlü tatlı çeşitlerinin sayısı arttı.
    Birkaç gün önce okuldan dönerken arabada koyu bir sohbete daldık. Ertesi gün de okul olmadığı için her zamankinden keyifliydik. Benim durağıma gelince arkadaşımın inmesen olmaz mı demsei ile emniyet kemerimi taktım yeniden ve yola devam ettim :). Hazır rotamı bu kadar uzatmışken de balık almayı fırsat bildim. (Benim evimin yakınında balıkçı yok)
    '' Denizden babam çıksa yerim '' diyenleri yadırgamayanlardanım ben. Kahvaltıda, iftar menüsünde hiç düşünmeden varsa balığı tercih ederim. Size de tavsiye ederim çünkü balık yemenin faydaları saymakla bitmez. İşte bir kısmı;

    Omega-3 yağları total kolesterol seviyesini düşürüp kalp-damar sisteminin daha iyi çalışmasını sağlıyor. Omega-3 yağlarının, kalp-damar sistemi üzerindeki koruyucu etkilerinin 6 hafta boyunca günde 100 gram balık tüketimiyle kendini gösteriyor. Beyin ve hücre gelişimine katkıda bulunuyor, kandaki serotonin seviyesini arttırıyor ( serotonin sveiyesi düşükse depresyon riski artarmış), haftada beş kez balık yiyenlerin kalp krizi geçirme ihtimali yarı yarıya azalıyor.
    İşte böyle hatırlatması benden, sofranızda balığa yer açmak sizden.

    Malzemeler (4 kişilik);

    . 4 parça somon balığı

    . 1 adet limon

    . 1 adet iri boy soğan

    .2 adet sivri biber

    . 2 adet domates

    . 100 gr. tereyağ

    .tuz

    .karabiber

    . alüminyum folyo


    1- Soğanı halka halka doğrayın. Domateslerden birini rendeleyin. Diğer domatesi dilimleyin. Sivri biberleri dilediğiniz gibi doğrayın. Limonu yuvarlak dilimler şeklinde kesin.

    2- Balığı pişireceğiniz tencere / tavayı alüminyum folyo ile kaplayın. Rendelediğiniz domatesi kabın içine boşaltın. Üzerine soğan halkalarının yarısnı serpin.


    3- Üstüne tuzlanmış somon parçalarını yerleştirin. Kalan soğan halkalarını, dilimlenmiş domatesi, limonu ve sivri biberleri balık parçalarının üzerine dizin. En üste karabiber serpip, tereyağ parçalarını yerleştirin.

    4- Alüminyum folyoyu hiçbiryerden hava almayacak şekilde kapatın.

    5- Tencere / Tavanızı ocağın üstüne koyun. Kısık ateşte 15 dak. pişirin.

    6- 15 dak. sonra ocağı kapatın. Beş dakika bekledikten sonra folyoyu açın. Afiyet olsun :)
    NOT; Rendelenmiş domatesi kullanmayabilirsiniz ( sulandırıyor). Pişirme süresi 15 dakikayı geçmesin, balık dağılıyor.

    Sunday, October 04, 2009

    DOĞA İÇİN ÇAL



    Öğretmenlik içinde yüzlerce duyguyu barındırır. Öğrenci sayınız kadar farklı duygusal yolculuklara çıkarsınız sene boyunca. Benim öğretmenliğimin sırrı çoğunlukla hüzünde gizlidir. Gençlere duyarlı olmayı öğretmek, inceliği onlarda ilkeye dönüştürmek hiç kolay değil. Anlatıklarımdan sonra ''Yapmayın hocam, kaçıncı yüzyılda yaşıyoruz. Kalmadı şimdi anlattığınız gibi kişiler'' cümlesini kuran çok öğrencim olur. Tabi bu cümlenin benim üzerimdeki tesiri her seferinde aynı yoğunluktadır. Şiddetini azaltmayı hiç başaramdım .
    Cuma günü kanallar arasında gezerken Fox Tv de takılı kaldım. Güzel bir klip yayınlanıyordu. Kırk beş genç ''doğa için çal'' sloganıyla biraraya gelmiş ve Divane aşık gibi türküsünü seslendirmişler. Gençlerin görüntülerinin yanında isimleri ve şehirleri var. Aralarından biri benim hüznümü coşkuya dönüştürdü. Tolga Kıyak, İstanbul'daki ilk öğrencilerimden. Hazırlık sınıfında yüzlerce anımız oldu onunla. Bazen birbirimizi anlamayamadık, bazen çok eğlendik, güldük. (Tolga öğrenciliği boyunca saygı sınırını hiç aşmadı ve hissettiklerime duyarsız kalmadı.)
    Yıllar sonra Tolga'yı bir duyarlılık porjesi içinde görmek bana güç verdi. Sanırım bu yıl öğrencilerim anlattıklarım sonrasında hangi cümleyi kurarsa kursun, ben duyarlı olacakları umudunu taşımaya devam edeceğim.
    Porjeye katılan gençleri tebrik ediyorum. Dilerim dünyayı daha yaşanılır bir yer yapmak için uğraşanların sayısı artar.
    Not: İlgili linkler
  • agaclar.net

  • dogaicincal


  • Doga icin cal ! / Divane Asik Gibi - Official Video from Doga icin cal on Vimeo.


    Önemli Not: Doğa için çal projesi daha önce izlediğiniz "playing for change Stand by me projesinin Türkiyedeki versiyonudur. Playing for change ekibinin aylardır haberdar olduğu ve kendilerininde desteklediği bir projedir. O projenin devamı oldu...ğu için yazı fontlarına kadar herşeyi aynıdır. Bir taklit değildir. Playing For change projesinin türkiye ayağıdır. Önemli Not2: Doga icin cal projesinde yer alan müzisyenlerin şarkılarını söylerken ya da çalarken çıkan yazıda yazan şehirler o an çekilen yer değildir. O yazan şehirler müzisyenlerin doğum yerleri yada başka bir değişle memleketleridir. www.dogaicincal.com Doğa İçin Çal, bir agaclar.net projesidir. Dünya'nın hali ortada. Yerküresiyle, atmosferiyle tehlike sinyalleri verip duruyor. Küresel iklim değişikliği bir dert; seller, taşkınlar, buzulların erimesi, kıyıların denizler tarafından yutulması ihtimali, kuraklık... Beslenme başka bir dert; besin bulanlar için GDO'lu ürünler, denetimsiz tarımsal ilaçlama, sakıncalı katkı maddeleri... Bulamayanların sorunu karmaşık değil: Sadece açlık! Enerji savaşları, temiz su savaşları... Yani gidişat iyi değil. En güçlü ya da yoksul olanların büyük çoğunluğu, kendi küçük ya da büyük çıkarını esas alarak, kendini dünyanın merkezine koyarak yaşıyor. Herkesin mazareti var! Çok şey sadece günü kurtarmaya yönelik.. Doğayı yok sayarak yapılan her şey, geleceğimizi biraz daha belirsizleştiriyor. Komik olan, korunmak doğanın umurunda bile değil. O nasıl olsa, öyle ya da böyle var olacak... Vay bizim halimize... İklim değişiklikleri, seller, taşkınlar, bunlar dünya kabuk bağladığından bu yana hep var ama son yüz yılın grafikleri öncekilerle benzerlik göstermiyor, kendi elimizle yaptıklarımızın, bu kötü gidişe direkt etkisi var. Önceleri düşe kalka yaşıyorduk, artık kıçımızın üstünde hızla kaymaya başladık. İşin bilimiyle uğraşan herkes bu konuda hem fikir. Çevreci hareketler, bu gidişi durdurulması gerektiğini herkese anlatmaya çalışıyor. Agaclar.net olarak başından beri işin neresinden tutacağımıza bakıp durduk. Yaptığımız her şeyde bu amacın izi var. Daha neler yapabiliriz? Doğa sorunlarının evrenselliği, doğanın insanlara mekan ve kaynak oluşuyla, müziğin evrenselliği ve insanların ortak dili oluşu arasındaki bağ, projenin çıkış noktası oldu. Müzik; yaygın, eneji dolu, durdurup kendini dinleten ya da arka plana geçip çaktırmadan varolan... Seçtiğimiz parça: "Divane Aşık Gibi" Bilmeyen yok, sevmeyen yok... Dünyanın çivisini çıkaranlar kadar, bunu seyretmekle yetinenler de benzer biçimde sorumluysa, çözümler bulmak ve uygulamak zorundaysak, her vesile ile hatırlamalı, hatırlatmalıyız.... Hem değişim gerektiğini bilip, hem "Şöyle yap, böyle yap" laflarını dinlemediğimize göre, "ne yapmalıyım" diye düşünmek gerektiğini her dinlediğinde hatırlatan bir müzik işe yarar mı? En azından konunun farkında olanlar için, arka planda fazladan bir vicdan azabı durumu yaratır mı? "Birlikten kuvvet doğar" mı? Tek tek düşündüğümüz, anlatmaya çalıştıklarımız, hep birlikte, bir ucundan tutarak ortaya konduğunda verdiği enerji artar mı? Agaclar.net'ten Fırat Çavaş, doğdukları iller farklı, yaşadıkları mekanlar farklı, zevkleri, yaşama bakış açıları farklı 45 müzisyeni, varolan gerçekleri bir kez daha hatırlatmak için bir araya getirdi: Doğa için çal! "Divane Aşık Gibi" yollarda dolaşmaktan başka, hem mecazda hem de fikirde "Sen yağmur ol, ben bulut, Maçka'da buluşalım" diyoruz. Yeni başladık, devam edeceğiz... Sizi de bekleriz! PLAYING FOR CHANGE, DOĞA İÇİN ÇAL PROJESİNİ DESTEKLEMEKTEDİR. Yönetmen - Yapımcı / Fırat Çavaş Yardımcı Yönetmen / Tayfun Turan Kurgu / Fırat Çavaş Ses Asistanı / Cemre Kabaş Divane aşık gibi Söz & Müzik Hasan Tunç Edisyon / Kalan Publishing - Mesam Düzenleme / Fırat Çavaş Kayıt, Miksaj / Stüdyo Çatı Mastering / Barış Büyük Web Dizayn, Grafik tasarım / Vildan Özfenerci Sponsor www.kriweb.com Özel Teşekkürler: Mark Johnson, PFC team, Semra Blake, Hasan Saltık ,Ömer Faruk Albayrak Playing For Change, Doğa İçin Çal projesini desteklemektedir. www.playingforchange.com www.dogaicincal.com info@dogaicincal.com Stüdyo Çatı 2009Devamı
    Süre:7:17

    SİZİN KAHRAMANINIZ KİM?



    Rosi Kirilova Jiva Voda

    Bir Bulgar halk türküsü. Annesini iyileştirebilmek için Can suyunu bulmaya giden bir genç kızın hikayesini anlatıyor. Bulgaristan'da yaşayan Türkler 89'da yaşanan göçte doğdukları topraklardan sınır dışı edildiler. Ellerine valizlerini alıp ailelerini, evlerini geride bıraktılar. Ama bu göç hiçbirinin kalbine kin tohumu ekmedi. Düğünlerinde hala Bulgar halk oyunlarını neşe ile oynayabiliyor onlar. (Açılım... )


    Rosica Kirilova

    NTV yayınlarından çıkan bir kitap var, ''Sizin Kahramanınız kim?''. Kitapta 40 ünlü isim kendi kahramanlarını anlatmış. Bu ismler arasında Sevin Okyay, Mehmet Uzun, Coşkun Aral ve Haydar Ergülen var.
    Bu çalışmadan esinlenen Haydar Hoca yazı atölyesinde bize de aynı soruyu yöneltti; Sizin Kahramanınız Kim?

    Kahraman zenginiyim ben. Masal kahramanlarıma eşlik eden gerçek kahramanlarım oldu hep. Okuduklarımdan öğrendiğim doğruları yaşantılarına geçirebilmiş kişilerdi onlar. Masal satırlarından ayrıldığım anda onların anlattıkları beni şekillendirmeye devam ediyordu.

    İki kahramanım var benim, ikisi de iyilik tarafımın mimarı. Başkalarını düşünmeyi, paylaşmayı, dürüstlüğü, sevmeyi onlardan öğrendim ben. Anneannem ve Rosica Kirilova, beni anlamak için onları bilmek gerek. Anneannemi birkaç satır ve paragrafta anlatmam mümkün değil. Onu size bir günde de anlatamam, içimdeki hüzün ve özlemin yakıcılığı buna izin vermez..

    Rosica Kirilova Bulgaristan'da yaşayan hafif batı müziği sanatçısı. Günümüzdeki pop şarkıcılarından farklı bir misyon yüklemiş kendine. Seslendirdiği şarkıların sözlerinde iyilik mesajı saklı. Çocukluğum o mesajları dinlemekle geçti. Anneannemin bana doğum günü hediyesi olarak aldığı pikap aldığım en kıymetli hediyeydi ( hala öyle). Sabah kalkar kalkmaz Rosica'nın plaklarını takar ve giyininceye kadar onun şarkılarını dinlerdim. Okul yorgunluğunu da onun müziği ile atardım. Birileri size günde kırk defa aynı şeyi söylese siz söylenenlerin ta kendisi olursunuz. İyiliğe odaklı bir yaşam sürmek çocukluğumda tek seçeneğim oldu benim.

    Okulda kırgınlıklar yaşadığımda, haksızlığa uğradığımda dertlerimi Rosica'ya anlattım ben. Hayalimde onunla konuştum, günlüğümdeki satırları ona hitaben yazdım. Ve yanlış yapmanın sınırına geldiğimde aklıma onu getirerek geri adım attım.


    Tüm bunları o hiç bilmedi. Çünkü ona bunları ifade edebilecek yaşa geldiğimde bambaşka bir ülkedeydim ben. Ne çıkan son albümlerimden haberim oluyordu ne de yeni mesajlarından.


    Göç sonrası yaşadığımız sıkıntılar sonrası asi bir genç kız olmamamda mırlıdandığım şarkı sözlerinin tesiri çoktur. İyiliğin zaferine inanmıştım bir kere. Er ya da geç hüzün yerini huzura bırakacaktı.


    İki yıl önce myspace'te Rosica Kirilova'nın profiline rastladım. Uzun bir mail yazdım ona. Sizinle paylaştığım satırları ona da yazdım. Teşekkür ettim. Yaptığı işin önemini anlattım. Öğrencilerimin dinlediği müziklerin onlar üzerindeki tesirini anlattım.

    ( Günümüzdeki şarkı sözleri zaman zaman beni dehşete düşürüyor. Günde kırk kere onlara kulak vermek insanı ucube bir varlığa dönüştürür. )

    Birkaç gün sonra mailime cevap aldım. Uzun uzun yazdıklarımın üzerindeki etkisini anlatmıştı kahramanım. Yaptığı işin işe yarar olup olmadığını sorguladığı bir dönemde ulaşmış mailim. Devam etmek için güç bulduğunu yazmış. Bir de 20. sanat yılı jubilesine davet etmiş beni:)
    Sizin kahramanınız kim ? Herkese sevgiler.

    Saturday, October 03, 2009

    YAZDAN BİR GÜN

    Yaz mevsimi tatil mevsimidir. Hepimizin bir yaz molası vardır. Sırtımızı yoğun iş temposuna döner ve kaçıp gideriz dinginleşebileceğimiz diyarlara. Zihnimizi boşaltır, yüreğimizin sesine kulak veririz. Kendimize, özümüze yaklaşırız. Sanırım yaz aylarında keyifimizin diğer mevsimlere göre fazlaca olmasının sırrı da bunda gizlidir. (İnsanın tüm kavgaları özünden uzaklaşmasıyla başlar. )
    Yaz bitti. Geride bizi sonbaharın hüznünden, kışın soğuğundan koruyacak sıcacık anılar bıraktı. Sanırım yazla ilgili paylaşımlarımı bu mevime ondan bıraktım ben :).


    İzmir'den döndüğümde bir arkadaşım aradı ve uzun süredir yoğun porgam engeline takılan bir buluşmayı gerçekleştirelim istedi. Florya'daki Belediye Tesisleri seçtiğimiz mekan oldu.Sabahın erken saatlerinde biraraya geldik. Anlatacak deneyimlerimiz, paylaşılacak sevinç ve hüzünlerimiz vardı...
    Deniz kenarında güzel bir kahvaltı yaptık. ( Balıma arılar ortak oldu, boynum büktüm :). Arının balında ne hakkım olabilir ki benim) Mahlep aromalı simidin tadına özlem gidermenin hazzı da eklenince masadan hiç kalkmak istemedik. İnsan ne çok şey öğreniyor zamanla. Törpüleniyor, olgunlaşıyor, güçleniyor...

    Denize baktık uzun uzun kalkmadan önce. Paylaşımlarımızın hüzünlü kısımlarını martılara yem ettik :).


    Keşif turuna çıktık ( o kadar yemeğin üstüne tesisleri değil İstanbul'u baştan sona turlasaydık yeriydi). Ağçlara selam verip, çiçekleri kokladık. Çevre düzenlemesi gözlerimize bayram ettirdi.





    Çiçek satış noktası bizi en mutlu eden keşfimiz oldu. Laleden karanfile, sardunyadan menekşeye, çilekten mandaline kadar aradığınız pek çok bitkiyi buradan alabiliyorsunuz.




    Saksıların üzerinde bitkilerin fiyatları var. Sık sık fiyat sormak zorunda kalmıyorsunuz.


    Bir sonraki keşfimiz gövdesi geniş, gölgesi çaplı bir ağaç oldu. Ayakkabılarımızı çıkarıp çimene oturduk. Sırtımızı ağacın gövdesine dayadık. Kitaplarımızı çıkardık, sırayla bölümler okuduk. Üzerinde yorumlar yaptık. Okuduklarımız sırlı olsa gerek. Onlarabizden başka kulak verenler de oldu. Bir sürü kuş kondu yakınımıza. Biliyoruz biz, sır onların da kulağına fısıldandı :).


    Ayrılmadan önce kahve içmeye gittik. Cam kenarına oturdum. Uçakların denizi selamlayışını seyrettim. O selamın arkadaşlarımın gözlerindeki yansımasını gördüm. Ve içimden şarkılar söyleyerek evime döndüm. Hayat güzeldir :).

    Wednesday, September 23, 2009

    açılım...


    Yazarlık okulunun benim için en güzel bölümlerinden biri Bejan Matur'un konuk olarak geldiği dersti. Ders boyunca içimden iyi ki gelmişim cümlesini tekrar ettim. Bejan Matur çocukluğunu anlatarak başladı söyleşiye. Anlattıkları içimde yıllarıdr özenle taşıdığım hüzünlerdi. İki farklı ülke, iki fraklı insan, aynı hüzün. Anneden ayrılış olgunluk ve hüznü bırkarırmış herkse, hem doğuda hem de balkanlarda. Ana dilden kopmak yazılmışsa alna, yaşanılan coğrafya bahanesi olurmuş kaderin kazası için.
    Bir dili yeniden öğrenmek, kendi diline yabancılaşmak.Karmakarışık olmak.Belki de nereye ait olduğunu bilememek her yere ait olma isteği uyandırır insanda. Sanırım bu yüzden onun yazılarında taraf tutma hissine kapılmıyorum.Güven duyarak okuyorum satırlarını. Biliyorum acıya mesafesi eşit...
    Son günlerde açılım gündemde, okulların ilk ders konusu bile buydu. Kafam karışık. Yorum yapmak istemiyorum. Zihnimi bulandıran, geçmişin izleri var.
    Dilek tutyorum sadece. Dinsin bu acı. Bağışlasın herkes birbirini.Ben çocukluğumu, kır çiçeklerini ve adımı benden çalanları, bağışladım. Hem de içimde telafisi olmayan burukluğa rağmen.
    Bejan Matur'un o günkü söyleşisinden sonra daha güçlü hissediyorum kendimi. Çünkü biliyorum yalnız değilim, ben dillendiremesem de içimdekileri, bağırmadan dile döken var onları. ( Acı bağırmamalıdır, yarıştrılmamalıdır )

    Vird edindiğim dilekten fazlasına yetmiyor gücüm...
    Bir yazı paylaşmak istiyorum sizinle.

    KARDEŞLİK, ÖLÜM VE BENZERLİK

    Gerçek sessizlik sesle doludur. Her şeyin üzerinin örtüldüğü bir kış manzarası... Kar yağıyor. Ölümlerin, ateşin, çığlıkların artık duyulmadığı bir yer olmalı.
    Sessizliğin her şeyi yutarak kar gibi belirgin olduğu bir ülke. Her şey beyaz mı gerçekten? Saf ve temiz mi? Diyarbakır'ın o çok bildiğim sokağına ateş düşüyor. Ölenler, ağıtlar... Kardeşini, yakınlarını kaybetmiş olanların kameralara yansıyan sesleri, çığlıkları. Yaşanan ağıt değil sadece. Kulak misafiri olduğum bir konuşmada biri yanındakine şöyle diyor: 'Haberlerde Diyarbakır'ı gördüm. Ne kadar modern insanlar. Kürtler yaşamıyor muydu orada?..' Bugüne kadar ölenlerin sayısının on binlerle ifade edildiği bu pazarda, belki de ilk defa ölümün medyada sunuluşu benzerlik taşıyor. Kameralar ev içlerine giriyor ilk defa. Annelerin, kız kardeşlerin ağıtları duyuluyor. Ölenlerin bir hayatının olduğu ilk defa gösteriliyor. Ve buradan bakılınca o çok yaban, uzak görülen hayatların aslında aynı gaile ile sürdürülürken kesildiği... Dershaneye giden ve savcı olmak isteyen bir Kürt gencinin kardeşi ağlıyor mesela. Daha iyi bir lisede okumak için gittiği dershanenin kapısında, kendisini beklerken ölen babasına, o çok Kürdî seslenişle 'oy ben öleydim' diyen küçük bir kızın çığlıkları sonra. Evet, orada insanlar yaşıyor. Bir patlamanın yarıda bıraktığı hayatların aslında nasıl buradakilere benzediğini görmek şaşırtıyor birilerini. Ne yazık ki, hayatlarımızın benzediğini görmek için patlamalara, ölümlere ihtiyaç duyuyoruz. Ancak böylesi acılı bir kesinti benzerliğimizi ortaya çıkarıyor.

    Acının, birleştiren, ortak bir kader yaratan gücünü nasıl bu zamana kadar kavrayamadık diye düşünüyorum. Neden ölümlerimizi, kamplara ayrılarak yaşadık? Şehit cenazeleri, terörist cenazeleri tarifinin içinde yok olan hayatları nasıl oldu da hayattan saymadık? DTP milletvekili Selahattin Demirtaş'la görüşmemizde, kızı Dılda'nın doğumunu anlatmıştı. 22 Temmuz seçiminin yapıldığı gün prematüre olarak doğan Dılda'nın hayatta kalması için çırpınan 5 doktorun, onlarca hemşirenin çabasından ve ailedeki kaygılı, korkulu bekleyişten söz ederken tüm samimiyetiyle yaşadığı bir duyguyu aktarmıştı. '6,5 aylık ve sadece 1.200 gram olarak doğan kızımın hayatı için bu kadar çırpınırken, çatışmalarda ölen on binlerce gencin hayatının nasıl da kolaylıkla bu toplumun elinden kayıp gittiğini düşündüm.' demişti. Bu soruyu aynı samimiyetle hepimiz kendimize sormalıyız. Nasıl oluyor da ideolojilerin kalın duvarları sadece hayatlarımıza değil, kalbimize de çekiliyor? Ölenin bir insan olduğunu bilmek... Yaşanan her ölümün hayatımızdan bir şeyleri eksilttiğini görmek neden bu kadar zor? Ama bu soruları kendimize samimiyetle sormamızın, kendimizle yüzleşmemizin önünde kan engeli var. Elbette kanın akmasında bir hesabı olanlar bu soruları da erteleme telaşında. Çünkü biliyorlar, aradan kan çekildiğinde asıl yüzleşme başlayacak. Kanın vicdanlarda oluşturduğu sis dağıldığında, Türklerle Kürtler belki de ilk kez gerçek bir konuşma başlatacaklar. Birbirinin varlığını tanıyan, hakkını teslim eden iki taraf olarak unuttukları benzerliklere odaklanacaklar. Uzun zamandır esiri oldukları aşırı ideolojik yüklenmenin öne çıkardığı ayrılıklara değil. O çok sözünü ettikleri ve ideolojik klişelerde özünü tükettikleri kardeşliğe aslında devamla nasıl da sahip olduklarını görecekler.

    Mesela Türkler ve Kürtler, 'birbirimizin nelerinden vazgeçemeyiz' diye samimiyetle soracaklar. Hayatlarının tam ortasında duran bazı değerleri bu kadar kolay gözden çıkarmanın bedelini fark edecekler. O bedel çünkü Türklere ve Kürtlere şunu gösterecek; kolaylıkla vazgeçmeyi düşündükleri pek çok değer aslında Türklüğü ve Kürtlüğü oluşturan şey. Kaybetmeyi göze aldıklarını bir gün gerçekten kaybettiklerinde, sadece eksilmekle kalmayıp 'kendileri' olmaktan çıkacaklar. Ve gerçek muhasebe o vakit başlayacak. Türkler şunu soracaklar kendilerine: 'Biz Kürtlerimize ne yaptık? Yaptığımız yanlışlar neden bu kadar uzun sürdü? Şiddeti dışlayalım derken nasıl oldu da bütün Kürtleri yok saydık?'

    Kürtler, 'Biz kendimiz olmaya çalışırken neden bütün Türklerin karşımızda olduğunu düşündük? Son derece masum olan varlık talebimizi nasıl oldu da yanlış mecralarda aradık?' diye soracaklar kendilerine. Ve elbette kanın sahibi, döktüğü kanla yüzleşecek. O kana arka çıkanlar, neye arka çıktığıyla... Türk-Kürt dediğinin aslında kim olduğuyla yüzleşecek... Ve daha da önemlisi silahlar, patlamalar susup şiddet dindiğinde, sorunun adı doğru konulacak. Sorunun bugüne kadar olduğu gibi sadece 'terör' ya da sadece 'yoksulluk' sorunu olarak değil, kimlik sorunu olduğu, 'Kürt sorunu' değil 'Kürtlük sorunu' olduğu korkusuzca dillendirilecek. Korkunun ve paranoyaların belirlediği refleksler, o gerçek konuşmada yerini karşıdakine güven duymanın huzuruna bırakacak. O iklimde ne Türklerin bölünme paranoyası ne de Kürtlerin asimile edilme korkularına yer olacak. Uzun yıllardır akl-ı selimin alanından çıkan her şey, birlikte yaşamanın hakikatine teslim olacak.

    Evet, Diyarbakır'da bir kez daha ölümler oldu. Hiç bitmeyen, aslında hiç kesintiye uğramayan ölüm bir kez daha yokladı o kenti. Şiddet bu defa da masumları hedef aldı, o en güzel şehirde. Ve bu son yoklamada aslında ne kadar benzediğimizi gördük. Bedeli çok ağır olsa da buna da şükür. Olur ya aslında ne kadar benzediğini düşünenlerin kalbinde kanın katılaştırdığı kardeşlik hissi belki bu ölümlerle yeniden filizlenir. Dileyelim, bu filizlenme daha fazla kan istemesin. ZAMAN

    BEJAN MATUR
    08 Ocak 2008, Salı


    Tuesday, September 15, 2009

    Sihirli gece


    Masallarla büyüyen çocukların hayal güçleri sınır tanımaz. Heidi, Pamuk Prenses, Uyuyan Güzel, Peter Pan onların en yakın arkadaşlarındandır. Bir tek onlar bu kahramanların kitaplarda yazılı olmayan maceralarını da bilir. Çünkü sırdaştır onlar.Sırlarını açarlar birbirlerine.
    Heidi benden çektiği kadar ne Clara'dan ne de onun etrafındaki gardiyan ruhlulardan çekmiştir. Yaramazlıklarımı, kırgınlıklarımı hep ona anlatırdım ben. Heidi'nin hayal kırıklığını da ben iyileştirirdim ama. Satırları anında dilediğim gibi değiştirir, hüznünü neşeye çevirirdim :).

    Öğretmeni masallar olanların düş ile gerçeğin ayrımını yapması çok zordur. Ondandır Kadir Gecesi'nin benim zihnimde menekşe kokulu bir masal gecesi olması.
    80'li yıllar Bulgaristan'da yaşayan türklerin ruhuna ızdırap tohumlarının ekildiği yıllardır. Geleneklerin ve dini değerlerin insanların üzerinden sökülüp alınmaya çalışıldığı sancılı bir dönemdir 80'ler. Kaç çocuk bir sabah bambaşka bir kimlikle açmıştır gözlerini yeni güne? Siz hiç bir sabah yıllardır birlikte olduğunuz sınıf arkadaşlarınıza, yeniden tanıştırıldınız mı? Bir günde isimizden oldunuz mu hiç ? Masal çocuklarının bile ayak uydurmakta zorlandığı bir tecrübedir bu...
    Yasakların etrfımızı bir sis perdesi gibi kuşatmasından olsa gerek anneannemin Kadir Gecesi'ni masallaştırarak anlatması. Benim de hayal gücümü kattığım büyülü bir gece masalıydı o. Anneannem anlatır ben Heidi ile gözlerimi uykunun esaretinden kurtarmaya çalışırdım. Uyumamalı ve o gece gelen periyi yakalayıp, dileklerimi iletmeliydim ona :). Ağçların nasıl yere kadar eğildiğini görmeli, yıldızların yeryüzü ziyaretini kaçırmamamlıydım. Yeryüzündeki tüm canlılar o geceyi bekler, derdi anneannem. Sık sık pencereden bakar, bahçedeki köpeğimizden ipuçları yakalamaya çalışırdım. O gece hiç uyumamalı ve o büyülü anı yakalamalıydım. Ama gözlerim Heidi'ye rağmen uykuya yenik düştü hep...
    Bugün menekşe kokusuna gebe bir gece olacak. Buram buram anneannemin özlemi sardı her yanımı. Sihrili gece masalını çözdüm ben, hem de bana seçtiğiniz ismi taşıyarak üzerimde diyebilsem keşke ona. İyi ki masal hazineme bu gece masalını da katmışsın diyebilsem. Ya da o ötelerden dile dökme hiç, hepsinin farkındayım ben dese...

    Evet, düşlerimiz dile gelsin bu gece. O'nun bizimle beraber olduğundan hiç süphe etmesek. Kendimiz için dile gelirken düşlerimiz, ötekiler için de düşlemeyi ihmal etmesek. Kandiliniz mübarek olsun.



    Kadir Gecesi

    Monday, August 31, 2009

    HAFİFLEYELİM :)

    Küslükler eksiltir bizi. Benliğimizi törpüler. Kalbimize taşımakta zorlandığı bir yük yükler, onu yorar. Yaşam sevincimizi azaltır. Buruk bir acı serpiştirir yaşadığımız tüm dakikalara. Mutluluk ve sevinçlerimize hüznün gölgesini düşürür. Yarım kalmış, tamamlanmamış ilişkileri binlerce kez baştan yaşatır bize.
    Kendimizi anlatmaktan çok, karşımızdakini anlamaya çalışsak keşke. EMPATİ kursak. Ve gerektiğinde feragat edebilsek haklı olma hakkımızdan. Bağışlasak. Azad etsek kendimizi kırgınlığın esaretinden. Helal ediversek hakkımızı ve hiç hatırlamasak kime küsmüş olduğumuzu.
    Kırgın ya da küs olduğunuz kişiler varsa 1 Eylül barışmak için iyi bir bahane. Dünya Barış Günü ve Ramzan ittifak etmişler :). Hafiflemek için bundan daha iyi bir zaman olabilir mi?
    EMPATİ kurabilme gücümüzün artması dileği ile.

    Thursday, August 27, 2009

    Kuş olup uçmak...

    Sırlı bir zaman dilimindeyiz. Birler katında bine dönüşüyor. Bize her zaman doğruyu fısıldayan sese duymaya açık kulaklarımız. İsteklerimize gem vuruyoruz. Çektik elimizi eteğimizi nefsimizi okşayan tüm lezzetlerden. Bir emirle hareket ettiğimizi hatırladık yeniden. Ve yaratılış gayemize yaklaştık. Varlık nedenimiz iyiliği emredip kötülükten alıkoymaktır. İyilik yapmaya kenetlendik.

    Ramazan ayında hepimiz adeta melekleşiyoruz. Duyarlılıklarımız artıyor. Ötekileri önemsiyoruz. Yanlışlardan uzak durma gayreti içinde oluyoruz. Elimizdekileri paylaşmamız gerektiğini fark ediyoruz. İftar davetleri, kumanyalar ve sadakalarla elimizdekileri başkaları ile paylaşıyoruz. Ve vermenin hazzını yaşıyoruz. Çocukluktan kalma kuş olup uçma hayalimizi gerçek kılıyoruz. Birine iyilik etmek hafifletir insanı, kuş gibi uçuruverir bir anda.

    Bu Ramazan biraz buruk benim için. Okul telaşı yok, makarna poşetleri ile peşimde koşan öğrenciler de yok. Ders çıkışı gidilen toplu iftar neşesinden de uzaktayım. Kendime vakit ayrabildiğim ilk Ramzan bu ( ne çok hayalini kurardım bunun). Bol bol okuyup kulluk ediyorum. Ve anlıyorum ki başkaları için koşturmanın lezzeti başka hiçbir eylemde yok. Kendim için yaptıklarım kuş olup uçuramıyor beni...
    Ondan işte önümüzdeki haftadan itibaren günlerimi doldurmam; yatılı öğrenciler, mezun iftarları, küçük çaplı Ramazan kampanyaları. Kuş olup uçmabilmek için hepsi :)


    Rabbim,
    Bu günlerde San'a en sevimli gelenlerimiz, kendini temize çıkarmayanlarımızdır. HATAMI biliyorum; nedamet ateşimi bildiğini de biliyorum...
    İyilik yapabilme gücümü arttır. İylik yapabilme düşleri ile doldur hayal gücümü. Kusurlarımı gidermeme yardım et. Hoşnut olduğun hallerimi çoğalt, hoşnut olmadığın hallerimi gider. Farkındalığımı arttır, gafletimi söküp al. Beni bencillikten, cimrilikten koru. Mahzun gönüllere uzat elimi. Kalbimi Senin sevginle doldur. Doldur ki sevmem gerektiği gibi sevebileyim Senden olan her şeyi...

    Not; Fonda çalan ezgi öğrencilik yıllarımın favori ezgisi. Paylaşmak istedim.

    Monday, August 17, 2009

    Nihayet benim vizyonumda :)

    '' Kader nedir? - Kaderini şekillendirmek kaderindir.Kader birini sevmek için oluşturduğun bir köprüdür''


    Planlar yaparız. Haftalık, aylık, dönemlik, yıllık hatta ömürlük. Oysa bir saat sonrası için tasarladığımız eylemi bazen aylarca uygulamaya geçiremeyiz. Bunun için yüzlerce bahanemiz olur. Hesapta olmayan bir yığın aksilik çıkıverir bir anda karşımıza. Ve biz ( sabır ve hikmetten yoksun olanlar)neden ile başlayan sorular girdabına teslim oluruz.
    Her sorunun cevabını uzun uzun düşünürüz. Oysa tüm cevaplar bizim için zamanda gizlidir. Zaman olayların üstündeki örtüyü kaldırdığında planlarımızın gerçekleşmemiş olması karşısında iki büklüm olasımız gelir. Ve fark ederiz ki, tüm planlar O’nun onayı olmaksızın hüküm yitirmeye mahkumdur. İyi ki de öyledir. Yoksa kendimiz için iyi olduğunu düşünüp istediğimiz nice şey başımıza ne sıkıntılar açardı şimdi. Fatma Hale Hanım’ın tavsiyesi bir haftadır kulağımda ‘’ Nokta atışları tehlikelidir, onlardan kaçının. Hakkınızda hayırlısını isteyin her an.’’
    Biz bilmeyiz ama bilen biri var. Sonucu güvenerek O’na bırakmaktan daha güzel ne olabilir ki?

    Bir ay önce İzmir’de tatil öncesi alışveriş yaparken iki film almıştım acele ile. Gideceğimiz tatil yeri sakindi. Kitap okumaya ara verdiğimde bu filmleri izlemeyi planlamıştım. Ama gelin görün ki film bir türlü bu geceye kadar vizyona giremedi.
    Bugün arkadaşlarımla beraber güzel vakit geçirdim. Eve geldim, sebepsiz bir kasvet konuk oldu gönlüme. Ve payıma bu gece tatil için aldığım filmi izlemek düştü :). İyi ki de öyle oldu. Fatma Hale Liman’nın tatlı konuşmaları sonrasındaki bakış açımla birleştirdim izlediklerimi. Sonuç ne mi oldu? Kasvet beni terk etti. Ben planımdaki zaman kayması için O’nın karşısında iki büklüm olmak istedim. Gece yarısı oldu ve benim içimde bir neşe bir neşe :). Sevgiler.


    Film kaderi sorguluyor. Detay anlatmıyorum. İzlemek isteyenler olur belki. Birinci kısım biraz sıkıcı gelebilir, filmi sonuna doğru birleştirebiliyorsunuz. Ve final cümleleri; Charlie:'' Kader bir şey yapmak istediğinde bunu tek başına yapamıyor, yine de restorana gitmeniz gerek. Orada olmanız gerek, bir köprü oluşturmanız gerek. Sevdiğiniz insan için.''

    Wednesday, July 22, 2009

    SAFA GELDİN HÜZÜN :)



    Nefes alışımızla başlıyor ziyaretleri. Binlerceler. Üzerimizdeki tesirleri sayılarından da çok. Gelişleri çat kapıdır. Müsait değilim mazeretlerine kapalıdırlar. Her ziyaret ayrı bir yolculuğa çıkarır ziyaret edileni. Ve hiçbir yolculuk sonrası biz, yolculuk öncesi bizle aynı değildir.
    Kalp, sözcüğüne hepimiz sempati ile bakarız. Kalıcı duyguları özdeşleştiririz çünkü onunla. Peki nedir bu kelimenin anlamı? Kalplerinizde olan bitenlere bir göz atın bakalım. Orada olanların ne kadar farkındasınız? Kalp ……………………. dır. Boşlukları kendi tanımınızla doldurun lütfen.
    Şimdi bir tanım yapacağım size, tanımı yapılan kelimeyi siz bulun, ………. bir anda dönen demektir. Evet, kalp bir anda on farklı duyguya dönebilir. An içinde yüzlerce duyguyu yaşatır bize. Bedenimizin tasarrufunu kısmen elimizde bulundurabilirken, hislerimizin kontrolü çoğu zaman elimizde değildir. Acıya, hüzne, kasvete kapıyı açmamak için direnmek boşuna. Ev sahipliğini yapan biz değiliz. Kalp onlara tanıklık etmek için vardır, ondandır kapıları sonuna kadar açması tüm duygulara. Ona mutsuzluk da mutluluk da hoş gelir. Ayrımı da şikayeti de yoktur hiçbir hisse.
    Kalp, bizim farkında olmadıklarımızın farkındadır. Her şey zıddıyla bilinir. Zıtlıklar olmasaydı, değer yitirmeye mahkum olurdu kainat. Hayret duygusu bizden alınırdı. Yaşamak ve yaşamamak arasında fark olmazdı hiçbirimiz için. Zıtlıkları var edene teşekkür etmek boynumuzun borcu olmalıdır.
    Yüreğime hüzün ve acı konuk olduğunda, dayanma gücü verdiğin için SANA teşekkür ederim. Serüven sonrasındaki ben’i bana çok sevdirdiğin, yitiğimi bulmama yardım ettiğin için SANA şükrediyorum.
    Kabz hali korkutmasın kimseyi. Yüzünüzü O’na dönün, hatalarınızı samimiyetle sadece O’na açın. İçinizin acıması ürkütmesin, sabırla dilekleriniz dile gelsin. Emin olun kabz sonrasındaki aydınlık içinizde güneşler açtıracaktır.
    Çok seviyorum ben kendimi :). En az başkalarını kolladığım kadar kendimi de kolluyorum artık. Ne istediğim sorusunu kendime de soruyorum. Ve bazen önce ben diyebiliyorum .
    Hayat güzeldir, hem de çok güzel :)

    Thursday, July 16, 2009

    Zeynep :)

    Son Pazarım. Misafir ağırlamak için iyi bir fırsat. Randevuyu ilk isteyene veriyorum. Yıl içinde beni evde bulana aşk olsun. Gelecek misafiri memnun etmeliyim. Hatta hazırlayacağım ikramların içine bağımlılık yapan iksir koymalıyım. Sık sık gelmeliler bu eve. İsveç diyeti sonrası kalori hesapları yapıyorum. Üç yufkadan tava böreği, yağsız sütlü tatlı ve koca bir kase salata. Günün menüsü tamam, ( Tava böreği tarifini yazarım size fırsat bulunca).





    İşte kapı çaldı. Üç kişi var kapının önünde ama nedense beni sadece biri ilgilendiriyor. Hemen kucaklıyorum, diğerleri dönse de olur :). Ama diyemiyorum ki onlara bunu, nazik bir ev sahibiyim ben. Zeynep'le beraber diğer konuklarımı da alıyorum içeri. Zeynep'i tanıdığınızı sanıyorsunuz siz şimdi ama bu sizin bildiğiniz küçük cadı değil. Haklısınız kafanız karıştı, Zeynep'ler sardı etrafımı, hepsinden söz ederken açıklama yapmak zorunda kalıyorum.
    Bu Zeynep Murat Papak Zeynep, babasının kopyası minik bir kız (olmaz böyle şey-ama oldu işte ). Bu şirine sadece birkaç aydır aramızda. Ama dünyanın hakikatleri ile ilgili bilgileri abi ve ablalarına taş çıkartır. Doğduktan bir ay sonra annesine her yerde eşlik etmeye başladı o. Kaç semineri, kaç toplantıyı baştan sona pür dikkat dinledi. Neler biriktirdi minicik yüreğine. Bizim anlamakta güçlük çektiğimiz hangi sır fısıldandı onun kulağına? Uyku saatlerini araba koltuğu, toplantı masası ve ana kucağında geçirmeye kaç bebek gönüllü olur? Sadece kulağına sır fısıldanan bebekler yapabilir bunu.


    Zeynep, bana misafir olduğunda sehpa ortadan kaldırılır. Salonun tam ortasına en konforlu yorgan açılır. Ve Zeynep oraya yatırılır :). Sıcaklarda hanım böyle rahat ediyor.



    Dünyanın en zor işlerinden biri bence bebek fotoğrafı çekmek. Gerçeği yansıtsın diye kaç poz çektim ama başaramadım. Fotoğraflar şirinliğine gölge düşürdü hep.


    Canım,
    Kulağına fısıldanan sırla örgüle tüm yaşantını. Gönlün hep aydın olsun. Elin mahsun olanlara uzansın. Burada olana değil, seninle ötelere gelebilecek olana meyl etsin gönlün. O'nun hoşnut olduklarından ol hep.

    Tuesday, July 14, 2009

    İstanbul günlerini pazar eylemiş :(

    Tek bir günü yaşıyorum bir haftadır. Yedi gündür, takvimim bugün pazar diyor bana. Erken kalkma, toplantı, seminer hazırlama, kitap yazma gibi telaşlardan uzaktayım. Ebru inanmayacak belki ama geç ( kendimce geç tabi) saatlere kadar uyuyorum. Hatta uyanıyorum, birkaç sayfa okuyup bir daha dalıyorum uykuya. Kalktıktan sonra kahvaltı telaşım da yok( İsveç diyeti - sakın denemeyin ). Gazetemi alıp televizyonun karşısına geçiyorum. Elimde kumanda kanallar arasında geziyorum, hiçbir kanala demir atamıyorum. ( Televizyon izlemeyi unutmuşum ben, odaklanamıyorum işte). Gazetedeki köşe yazılarından sonra sıra bilgisayara geliyor. Müzik dinliyorum, her gün bir şarkıya takılıyorum. Tavsiye ederim, kulağınıza mola hakkı verip şarkıya odaklanıyorsunuz. Her şarkıya bir yazı yazabilecek duruma geldim ben :).

    Öğle yemeği vaktinde sıra. Gene telaş yok. Menü belli yoğurt. Sevene afiyet olsun. Yemek sonrası yatağıma koşuyorum, en sevdiğim sünneti uygulama vakti. Kaylule yapıyorum. (Şaka bir yana, yarım saatlik bu uyku insanı gün boyu zinde tutuyor. Yurt dışında bunu uygulayan şirketler bile var.) Uyku sonrası bir televizyon izleme denemesi daha yapıyorum, başarısızım ama denemeye devam edeceğim.




    Sıra kitaplık yanına gitmede. Kitaplar, sayfalarını açtığım an yakalanıyorum onlara. Uzandığım yerden yüzlerce duyguya yolculuk yapıyorum. Yüzüm ayna oluyor. Hayret, memnuniyet, hüzün, özlem bir benim yüzümde gölgesiz yansıyor.


    Akşam vakti. Yemek telaşsız. Salata ve biftek. Sonra yazı çalışması yapıyorum. Sene boyunca Haydar Hoca ile Ali Hoca'ya ödev yapamama nedenimi anlatamadım. Haydar Hoca tembelliğime
    dem vurdu eksik ödevlerimi gördükçe. Ah bir anlatabilseydim tempomu. Kaç kişilik mesai yaptım ben bu yıl. Bana ait zaman uyuduğum beş saatlik uykulardan ibaretti.

    Yarın günlerden gene pazar :). Ben birkaç gün daha günlerimi pazar eyleyeceğim. İnanın hak ettim. Üç ayı aynı gün kılsam hakkım yani. (Ama ben on gün belirledim kendime).

    İstanbulda'yım. Vaktim bol. Sabah 8:00 akşam 23:00 tüm etkinlikelere katılabilirim. Yaz öncesi kaçırdım diye oturup ağladığım bir sürü semineri can kulağı ile dinleyebilirim. Hiç üşenmeden Tarık Zafer Tunaya'ya gidebilir hatta ordan Tarih Kültür'e uğrayıp günün etkinliğine katılabilirim. Ama gelin görün ki İstanbul yazın tüm günlerini pazar eylemiş.


    ***

    Gönüllü çalıştığım dernekte SBS tercihleri yaptım bugün. Öğretmenlerin hepsi tatile gidince iş başa düştü. Uzman oldum :), gelin en sağlıklı tercihleri yapalım. Öğrencilerden çok veliler heyecanlı. Çocukların hayalleri ise puan engeli tanımıyor. Onlara bunu anlatabilmek öyle zor ki.

    Ne istediğini bilen bir kızda aynı dönemlerdeki beni gördüm.

    Hanife: Hocam, ben Türkçe öğretmeni olmak istiyorum.

    Ben: Canım, güzel meslektaş oluruz. Ama puanın Anadolu Lisesi için yeterli değil.

    Hanife: :(

    Ben: Anadolu meslek liseleri var. Çocuk gelişimi bölümü yazalım sana. Gene öğretmen olursun.

    Hanife: Ama ben Türkçe öğretmeni olmak istiyorum.

    Ben: Ben de ingilizce öğretmeni olmak istiyordum düz liseye gittiğimde ( dil bölümü omayan bir düz lise) . Başarılı olmanın sırrı gideceğin okulda değil sendedir. Evine yakın başarılı düz liseleri listeleyelim. Tercih formunu da boş bırakalım. Ne dersin?

    Hanife: :)).

    Lise son öğrencileri bile ne yazık ki hangi mesleği yapmak istedikleri konusunda kararsız. Bugün Hanife beni çok mutlu etti. Öğrencilerinin karşısına çıkıncaya dek hep kendine yatırım yapacak çünkü o. Ve biliyorum, hayatının merkezi öğrencileri olacak.