Saturday, December 19, 2009

Haydi eşek olalım :)



''Eşek olun!'', demişti bir tefsir dersinde hocamız ( Fatma Hale Liman ). Şaşkın şaşkın bakmıştım yüzüne. Ama o devam etti, ''Hiç şaşırma, yükelenebileceğini sırtlan yapamayacağın zamanlara denk gelsin! Yapabiliyorken yap, önden gönder yeri gelecek geri çekileceksin. Yok ve Hayır kelimelerini yok et. Çünkü yok - yokluğa sebeptir.''
O günkü dersten sonra eşekler daha bir sevimli geliyor bana. Onlara imreniyorum. Üzerlerine konan her yükü isyan etmeden uysal bir şekilde taşıyorlar. Artık ben de yapılacak bir iş olduğunda hayır dememeye çok özen gösteriyorum. Gücümün iyilik yapmaya yetmeyeceği zamanlar aklıma geliyor ve elimi taşın altına daha kolay koyuyorum. Gidilecek bir semineri, düzenlenecek bir programı, vizyondaki güzel bir filme, evimde geçireceğim ptt gününe tercih edebiliyorum.



Bugün de yoğun bir gün geçirdim. Öğrenciler için düzenlediğimiz Mevlana programı vardı. Program konuğumuz Fatma Hale Liman hocamdı. Şems, Mevlana, Mesnevi, nefis, gönül konularını içeren güzel bir konuşma dinledik. Öğrencileri gözlemledim, hepsi pür dikkat dinledi. Alıcıları açıktı, hocamızı da sevdiler. Bir kez daha hayran oldum ona, sıkmadan güldürerek o kavramları nasıl verebildi çocuklara. Program sonrası katılımcılarımıza beyaz kağıtlar dağıttım, görüşlerini yazmalarını istedim. İyiliğin önemini anlamışlar, sadece beden değil ruhlarına da özen göstermeleri gerektiğini fark etmişler. Mevlana ve Şems'e bakış açıları değişmiş. Eve geldiğimde yazıların bir kısmını Fatma Hoca ile paylaştım. Başka bir etkinlik için söz aldım ondan.
İkinci Mevlana etkinliğimiz haftaya. Konuğumuz Hayat Nur Artıran. (Davetiyeleri aldım bugün, güzel olmuşlar.) Dilerim programla ilgili bir aksilik olmaz.Ruhumuzu beslediğimiz oranda yük sırtlanabiliriz. Zahirimize gösterdiğimiz özenin fazlasını ruhumuza göstermeliyiz. Çünkü Öz odur.

Yalnız mıyız gerçekten?

Güzel bir mail aldım bugün. İlaç gibi geldi. Sizinle de paylaşmak istedim.




Dedim ki; çok yalnızım..

Dedim ki; çok yalnızım..
Dedin: ... Ben ki sana çok yakınım. Bakara-186

Dedim: Evet biliyorum sen bana yakınsın ama ben senden uzağım, keşke ben de sana yakın olabilseydim.

Dedin: Rabbini sabah akşam, yüksek olmayan bir sesle, kendi kendine, ürpertiyle, yalvara yalvara ve için için zikret. Araf-205

Dedim: Bu da senin yardımını ister.

Dedin: ALLAH'ın sizi bağışlamasını istemez misiniz? Nur-22

Dedim: Tabii ki, beni affetmeni çok isterim.

Dedin: (Öyleyse)Rabbinizden bağışlanma dileyin, sonra O'na tövbe edin. Gerçekten benim rabbim, esirgeyendir, sevendir. Hud-90

Dedim: Çok günahkârım, bu kadar günahla ben ne yaparım?

Dedin: ALLAH'ın, kullarının tövbesini kabul edeceğini.. ve ALLAH'ın tövbeyi çok kabul eden ve pek esirgeyen olduğunu hâlâ bilmezler mi? Tevbe-104.

Dedim: Defalarca tövbe edip tövbemi bozdum, artık yüzüm kalmadı.

Dedin: ALLAH aziz ve bilendir, o günahları bağışlayan ve kullarının tövbesini kabul edendir. Ğafir-2/3.

Dedim: Bunca günahım var,hangisinin tövbesini yapayım?

Dedin: ALLAH bütün günahları bağışlayandır. Zümer-53.

Dedim: Yani yine gelsem yine beni bağışlar mısın?

Dedin: ALLAH'tan başka günahları bağışlayacak olan yoktur. Ali İmran-135.

Dedim: Ne kadar güzelsin ALLAH'ım! Bilmiyorum bu sözlerin karşısında niçin böylesine içim içime sığmıyor ve erimeye başlıyorum, seni çok seviyorum.

Dedin: Şüphesiz ki ALLAH tövbe edenleri ve temizlenenleri sever.
Birden 'İlahım ve Rabbim benim senden başka kimim var' dedim.

Sen de 'ALLAH kuluna yetmez mi?' (Zümer-36) dedin.

Dedim: Sen ki beni bu kadar çok seviyorsun ve bana karşı bu kadar iyisin ben ne yapabilirim?
Dedin: Ey inananlar! ALLAH'ı çokça zikredin. Ve O'nu sabah-akşam tesbih edin. Sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için üzerinize rahmetini gönderen Odur. Melekleri de size istiğfar eder. ALLAH, müminlere karşı çok merhametlidir. Ahzap-41/43.

Kendi kendime dedim: ALLAH'ım seni çok seviyorum.

Thursday, December 17, 2009

zamana kıyabilmek

Paramı tasarruflu kullanmam gerekiği zamanlar çok olmuştur. Ancak özellikle son iki yıldır zamanımı nasıl tasarruflu kullanırım derdindeyim. Yetişemiyorum, her gün listemdeki tamamlanmış olması gerekenler eksik kalıyor.
Bugün boş günümdü. Bu günün arkadaşlarımın arasındaki adı PTT ( pijama, televizyon, terilk). Bu yeni kavramı duyduğumdan beri benim hayallerimden biri oldu, boş günümü PTT günü olarak geçirmek, ama kısmet olamdı daha. Kışın soğuk günleri insanın bu isteiğini arttırıyor.
Evimden çıkmamayı , kaygısızca oturup kitap okumayı, yazı yazmayı ( blog yazıları değil )müzk dinlemeyi ve yemek yapmayı da özledim. Ama özlem gidermek için yarı yıl tatilini beklemem gerekecek benim. Birileri çok yatınca, birileri daha çok çalışmak zorunda kalıyor işte...
Bugün erkenden kalktım, kendime zaman ayırdım. Sabah sabah dolma pişirdim, banka işlerimi hallettim ( otomatik ödeme talimatı verdim- zaman tasarrufu).
Zamanıma kıydım ( parama kıymak son zamanlarda daha kolay geliyor bana) ve kuaföre gittim. Yol boyunca kendimle mücadele ettim, orada geçireceğim zamanda neler yapabilirdim diye düşündüm durdum. Ama çok şükür gidişim güzel bir olaya vesile oldu.
Kuaförüme dernek çalışmalarını anlattım, ücretsiz lise etüdümüzün başlayacağını söyledim. Ve bir öğrencimiz oluverdi. Azimli, başarılı bir kız öğrenci ile irtibat kurduk. İlk etüdümüze o da gelecek. Salondan ayırılırken mutlu ayrıldım, sebebi ne saç kesimimi beğenmem ne de yeni saç rengimdi :).
Öğleden sonra derneğe gittim. Çalışmaları hızlandırdık. Sonra matbaaya gittim. Mevlana programı için davetiye siparişi verdim. Ben yorgun, Hasret yorgun olunca bir saatte bitirebildik tasarım işini. Bence güzel oldu. Davetiyenin sol üst köşesinde bir semazen var yanında Mevlana'nın yedi öğüdü altta da program içeriği. Hayat Nur Artıran Hanımefendi program konuğumuz. Geçen yıl öğrenciler için hazırladığımız program için aramıştım onu fakat tarihlerimiz onun programına uymamıştı. Bu yıla kısmetmiş demek ki, umarım öğretmen arkadaşlarımız istifade ederler. Allah utandırmasın.
Listemde kalan eksikler;
- Kar tuşlarımı dolduramadım
- Okul AB projesi çevirisini yapamadım
- Porgrama katılacak konuklar için hediye almaya gidemedim
- Altıncı sınıf kitabının tashihini bitiremedim

Bugün bir de şarkı dinledim, günün şarkısı oluverdi hesapta yokken. Yusuf Güney, Git bedenim buralardan. Kalplerimizin idaresi bizde olsaydı keşke. Ya da onun kapılarını hak edene açabilseydik. O önemli soruya evet cevabını vermek elimizde olsyadı. Karışık meseleler...
Dedim ona; Bu anlaşılması zor durumda kusurlar bende, güzellikler sendedir. Samimiyetle güzel dilekler gönderdim Bursa semalarına :)

Sunday, December 13, 2009

Ne yapmalıyım?

books for children Pictures, Images and Photos
Uzun zamandır bir kitap porjesi vardı aklımda. Derslerde çoğu zaman bir çok kaynaktan derleyip toparladıklarımı kullanıyorum. Bazı kaynakların konu anlatımı çok başarılı, bazılarının da alıştırmaları güzel. Tüm becerilerin özenle birleştirildiği kaynak bulmak güç.
Bundan yola çıkarak birkaç yıldır bir proje oluşturdum kafamda. Dil bilgisi konularını algılamayı kolaylaştıracak metinlerin olduğu bir kitap yazmak. Yayınevi ile bunu paylaşmayı düşünürken, önce arayan onlar oldu.
Yayınevinin farklı bir proje önerisi oldu. İlköğretim birinci, ikinci ve üçüncü sınıflar için ders kitabı tasarlamamı teklif ettiler. Şaşırdım. Çocuklar ve ben. Öğrencilik yıllarımda Nilay Hoca'dan Çocuklarda Dil Öğretimi dersi aldım. Fakat uygulamaya dökülmeyen kuru bilgiler bir süre sonra işe yaramaz oluyor. Göreve başladığım ilk ( staj dahil) günden beri hep lisede çalıştım ben. Çocukların renkli ve saf dünyasından uzak bir kademedir bu.
İki haftadır düşünüyorum, kafamda karakterler şekillendirmeye çalışıyorum. Bu işin altından kalkıp kalkamayacağımı sorguluyorum. Dil öğretimi ile yakından ilgili olan kişilerle fikir alış verişi yapıyorum. Macmillan'nın İstanbul temsilcileri ile görüştüm. Onlar da farklı bir porje önerdi. Teknik destek tam, Nick de destek sözü verdi. Kafam karma karışık oldu.
Aslında çocuklar için kitap hazırlama fikri çok heyecan verici. İlk adımda onların dille ilgili düşüncelerini şekillendirecek olmak güzel. Ancak bu işi yüzüme gözüme bulaştırma ihtimalim yüksek. Sınıf öğretmeni olan arkadaşlarla görüştüm. Onlar projeyi kabul etmem konusunda ısrarlı. Ama ben dernek çalışmalrında bile birinci kademeye inme konusunda başarısız oldum. Yeterince aktivite, döküman hazırlayamadım onlara.
Kafam karma karışık. Ne yapacağımı bilmiyorum. Ama sanırım kendi öğrenci kitlem için daha faydalı şeyler üretebilirim.
Belki de çocuk gözü ile bakmalıyım bir süre dünyaya, ingilizceye... Karar veremedim henüz.

Thursday, December 10, 2009

Kitap öncesi ve sonrası



Samiha Ayverdi, tanışmakta geç kaldığım yazarlardan biridir. Adını ilk kez yazı atölyesinde Ali Ural'dan duydum. Hocamızın yazarla ilgili söyledikleri bende merak uyandırdı. Geçen hafta Samiha Ayverdi'nin iki kitabını aldım; Ateş ağacı, İnsan ve şeytan.
Ateş Ağacı ile başladım. Kitap beni aldı götürdü. Okumak bazen insanı yalnızlaştırır. Kitapla aranıza kimse girmesin istersiniz. Ben de satırlarla arama kimse girmesin istedim. Ne çalan telefonlar ne de habersiz ziyaretçiler. Cemil Bey'in hikayesi değildi sanki okuduğum. Ben kendi hikayemi okudum. Altını çizdiğim çok satır oldu. Üzerlerinde durup düşündüm, tekrar tekrar okudum. Kitap sonrasında, bende pek çok şey eskisi gibi değildi artık. Ve aşk, ne çok mana gizliymiş onda...
Kitaptan altını çizdiğim bazı satırları paylaşıyorum.
'' Ne tuhaf...insanlar bir kırık testiyi, bir taş parçasını, tarih, sanat ve estetik kıymetleri için asırdan asıra intikal ettiriyorlar ve bu sanat eserlerinin karşısında zevkten dilleri tutuluyor da, ruhun mananın dokuduğu şaheserlere dudak büküyorlar.'' s.40
'' Bence şekil ve sanat, manayi ziynetleyen bir kapıdır. Mana, şekil perdesi altında gizli olduğu için göz,iç kıymetini görmüyor da, dış tezahürlerini görüyor. Ruhu görmeyip, cesedi gördüğümüz gibi.
Şekil manayı bulmak için bir kapıdır. Yazık ki insanlar bu kapının san'at inceliklerine, estetik vasıflarına dalarak, onu açıp içinde gizli olan hazineyi elde edemiyorlar
.'' s.40
'' Güya ki ruhlar vücut elbisesi giymeden evvel, her birinin eline cilalı, gönül alıcı birer top verilmiş. Sonra bu topları veren, onları birden bire ellerinden kaparak fırlatıp atmış ve:Haydi arayın bulun! demiş.Her ruh, bir görüp bir kaybettiği o güzel şeyin telaşıyla yola düşünce, kendini dünyada bulmuş. Fakat dünyada topu unutturacak neler neler var...
İnsandan beklenen, dünyaya, kaybettiği topunu aramaya gelmiş olmasını unutmamaktır.''
s.41
'' Ben cihangir olsam, hatta bütün dünya şahsi mülküm olsa, ben benim olmadıkça kendimi hiçbir değere malik saymam.'' s. 46
''Ben de ne tuhaf söylüyorum, tıpkı bir çocuk gibi. Sanki her gözü açık ve yaşı ilerlemiş insanda görmek kabiliyeti var mıdır? Görmek, insan kudretinin erişebileceği en yüksek basamak... esasen yaratılıştan maksat bu kabiliyeti kazanmaktan başka nedir?'' s. 76
'' Bence aczini bilmek, acizden kurtulmanın tek yolu.'' s. 101
'' Ne tuhaf, insanın henüz kendinin bilmediği öyle şeyler vardır ki karşısındaki bunları ezberlemiş kadar kolay okur.'' s. 112
'' Elle yazılan her şeyin gün olup bozulması tehlikesi vardır. Fakat gönülle yazılan yazıları silecek ve bozacak kuvvet yaratılmış değildir.'' s. 136
'' Hemşehrilik bile bir yaknılık sebebi olduktan sonra, dertte iştirak daha kavi bir bağ ve anlaşma vasıtası olmaz mı?'' s.145
'' Vahid-i Mukaddeste Musa'ya, Allah'ın niçin ateş suretinde göründüğünü şimdi anlıyorum. Musa'nın o zaman ateşe ihtiyacı vardı. Zira doğurmak üzere olan zevcesine ateş lazımdı. Musa, karşıdan beliren ateşe doğru gittiği zaman, bunun bir ağaç, bir Ateş Ağacı olduğunu gördü ve ağacın: '' Ben senin Allahınım'' dediğini duydu. Belki de Allah ona böylece talebi suretinde görünmeseydi, Musa oraya, bu kadar şevkle koşup gitmeyecekti.
Bu hikmetin benim maceramla sıkı bir münasebeti var
. Ben de büyük ve yakıcı bir aşka şiddetle mutaç olduğum gün, talebimi insan suretinde gizlenmiş görerek ona koştum ve atıldım. İşte bu hengamededir ki insan aşkıyla Allah aşkını birbirine karıştırdım, bir bardak suyu denize döktüm.'' s. 160

Monday, December 07, 2009

TOPRAK ANA

Büyümeyi başaramayan küçük bir kız saklı içimde; kırılgan, buruk. Çocukuluğu yarım kalmış her yetişkinin içinde aynı minik yürek gizlidir. Ve her fırsatta yetişkin kimliğimiz içimizdeki çocuğa yenik düşer.
Cengiz Aytmatov'un romanını okurken, çocukluğuma teslim oldum. Anneannemin özlemini hiç bastırmadım. Kitap satırlarının bana çağrıştırdığı tüm anılara açtım kapımı. Tolunay'ın gezdiği buğday tarlalarında anneannemi gördüm. Köyde geçirdiğim günlerdeki toprak kokusunu çektim içime yeniden. Aliman ilkbaharda tarlalardan lale toplarken, benim ellerim mor menekşelere uzandı. Onlar fırından yeni çıkan ilk buğday ekmeğini koklarken ben anneannemin sıcak ekmeğin arasına koyduğu tereyağ kokusunu çektim içime. Aliman Tolganay'ın saçını örerken ben anneannemin hasta yatağındaki saçını ördüm. Gözümden akan yaşa hiç dur demedim.
Anneannem ve Tolganay, ikisi birbirne karıştı. Anneannemde Tolganay'ı, Tolganay'da anneannemi buldum ben. Ne çok benziyordu ikisi. Kolhozdaki çalışmaları,toprakla dostlukları ve ayrılık acıları ortaktı.
Toprak Ana'yı okuduktan sonra dünyanın daha yaşanılır bir yer olacağına dair olan inancım yenilendi. İki kahrmanım daha oldu. Biri Cengiz Aytmatov diğeri Tolganay.
İyiliğe olan inancımızı arttırmak için bu kitabı okumalıyız. Bambaşka bir dünyanın kapılarını açıyor kitap okuyucusuna. Günümüzdeki bencillikten uzaklara götürüp, insani tarafımızı besliyor.

'' İyilik, yola düşen, yoldan toplanan bir şey değildir. Tesadüfen ele geçen bir şey değildir. İnsan iyiliği ancak başka bir insandan öğrenir.'' s. 71

Bir şarkı, bir dost

Seslerin ve kokuların üzerimizde büyülü etkisi vardır. Bazen bir koku, bazen de bir ses bizi ummadığımız duygu yolculuklarına çıkarır.
Bu sabah arkadaşımın arabasına bindim. Yüz ifademden okula gitmeyi istemediğimi anladı. (Yorucu bir hafta sonu geçirdim. Haftanın yorgunluğunu atmak şöyle dursun, onun üstüne yenilerini de itina ile ekledim.) Hemen radyonun düğümesine bastı. Beni neşelendirecek bir şarkı bulmaya çalıştı. Ve başardı :).
Payıma Yaşar'ın Kuşlar şarkısı düştü. Namelerle birlikte de bir dosta duyduğum bastırılmış özlem içimdeki tüm setleri yıktı.
Sözcük, zaman ve mekan sınırı tanımayan dostlarımız vardır. Bir bakış kurulan onlarca cümleden daha çok şeyi anlatır onlara. Araya giren zamanı yalanlar aylar sonra gerçekleşen görüşmeler. En son bıraktığımız tazeliktedir her şey. Her mekan onlarla aynı güzelliktedir.
Ebru,
Yüzüne güzel cümleler kurmakta zorlandığım tek dostum. Bu sabah arayıp öyle çok şey söylemek istedim ki sana. Ama biliyorum ki ne ben onları söyleyebilirdim, ne de sen dinlerdin. ( Of Sevcan, deme böyle şeyler. Bak sevmem ben kızım ...)
Hayatta tesadüf diye bir şey yoktur. Yollarımızı kesiştiren bir güç vardır. O'na ne kada teşekkür etsem azdır, öyle cömert ki...
Bu sabah birkaç yıl öncesini düşündüm. Ben olsaydım, o dönemde benden gelen telefonlara bakmazdım. Hangi sabırla dinledin milyonlarca kez tekrarladığım cümleleri? ( Bence işin en zor, tahammül edilmez kısmıydı bu).
Birlikte seminer salonlarının en arka sırasında oturmayı özledim. ( Bu arada artık koltukların arasında kaybolabilirim, o kadar küçüldüm yani). Kitap çalışmaları için katıldığımız Ankara seyahatlerimizi yeniden yapabilsek keşke...
Özleyip de özlemimi söyleyemediğim tek dostumsun sen benim. İçinde deryalar olan ama bunun farkında olmayan. SENİ SEVİYORUM.
Biliyorum gözlerine inanmıyorsun ama bu satırların tüm suçlusu Yaşar :).


YASAR - KUSLAR
Yükleyen . - .

Tuesday, December 01, 2009

ruhun bedenden intikamı


Zahir'i putlaştırıyoruz. Batın'ı yok sayıyoruz. Her sabah ayna karşısına geçip ondaki aksimize rötuşlar uyguluyoruz. Kusursuz görünme çabasındayız her birimiz. Tahammülümüz yok yüzümüzde ne bir kırışıklığa ne de bir sivilceye.
Kusursuz bedenler cenneti yirmi birinci yüzyıl...
Bir sabah sihirli bir el dokunsa kusursuz bedenlerimize. İçimiz dışımıza çevrilse. Yok saydığımız ruhumuz zahirimiz olsa. Korku filmlerindeki ucube yaratıklardan daha korkunç manzaralarla karşılacağımızdan hiç şüphem yok. Ruhumuzun bizden intikamı olacaktır bu.
Bedenimiz ruhumuzun geçici bir kafesidir. Birgün çürüyüp gitmeye mahkumdur. Asl olan ruhumuza kattığımız emek ve güzelliktir. Bizi birbirimizden kıymetli yapan şey de budur.
Akıllarımızı gözlerimizin esaretinden kurtaralım. Zahir aldatabilir. Hiçbir şey göründüğü gibi değildir. Derinlere dalalım, derinlerde olana kıymet verelim.

Bir süre önce bedenindeki engele inat kusursuz ruha sahip biri ile kesişti yollarımız. Yirmili yaşlardayken yaptığı ters bir haraket boyun damarlarından birinin çatlamasına sebep olmuş. Sonarsı kısmi felç, üç yıl yatak mahkumiyeti. ''Yatağa mahkum olduğum dönemde bol bol kitap okudum, okumak dünyayı dolaşmak gibiydi benim için. Dört yıldır çalışıyorum, fizik tedavim devam ediyor. Gelişmeler ümit verici ama garantisi yok hiçbir şeyin.'' Bunları anlatırken sesi isyandan uzaktı. Yüzünü mahçubiyet esir almıştı...
Elini kullanamıyor olmak, yürürken aksamak... Tüm kusurlarımız bedensel olsa keşke. Onlarda çoğu kez payımız olmaz.
Peki ya ruhumuzdaki kusurlar. İnce ince işliyoruz her gün kendimize onları. Dönüp bakmıyoruz yaptığımız tahribata. Baksak ne fayda, gönül gözümüz çoktandır âma.



İçimi umut dolduran bir videoyu paylaştım. İzlerken okulumdaki öğrencileri düşündüm. Böyle bir durumda onlar nasıl davranırdı acaba? Sanırım cevabı bilmek istemiyorum. Rabbim, ruhumuzu kusurlardan arındır. Amin.